Gizem'in hamilelik günlüğü // 30. hafta

Mutlu yıllar herkese!

Sağlıklı, mutlu ve barış dolu bir yıl diliyorum tüm dünya için. Bu cümleden çok rahat depresif konulara kayabilirim fakat kendimi frenlemek durumundayım. İçinizdeki minik umut kırıntılarını da süpüren bir çok yazı ve tavırla her gün karşılaşıyorsunuz zaten. Boşverin 5 dakikalığına. Bir gecede bu değişimin yaşanmayacağı da aşikar ama biraz hayal etmenin kime zararı var ki?

Ben 2017'ye doğru hayallere daldığımda umut ve sevgi doluyorum. Dünyaya yeni bir canlı davet ettik ve 2017'de gözlerini açıyor. Bu dünyayı o ve onun gibi yeni misafirlerimiz için daha güzel hale getirmeye çabalamak artık boynumuzun borcu. Onları iyilik ve sevgi dolu bireyler olarak yetiştirmek ise hepsinden önemlisi. Hayır, herkes umut dolmak için çocuk sahibi olmak zorunda değil. Ama etrafınızdaki dostlarınızın veya hiç tanımadığınız birinin misafirlerine siz de katkıda bulunabilirsiniz. Değişim onların elinde, sizin de parçası olacağınız düşüncesi eminim ki güzel duygular yeşertecek içinizde.

Tüm bunları düşünürken hamilelikte 30. haftayı da tamamladım. Bu hafta ile ilgili söyleyebileceğim en önemli şey, karnımın dev hızla büyüyüp, gerilmeye devam ettiği. Ufaklığın hareketleri de aynı hızda devam ediyor ve dışarıya meksika dalgaları olarak yayılıyor.

Geçtiğimiz haftasonu İzmir'e arabayla gittik Can ile. Yolculuk keyifli ve konforluydu. Sadece yola çıkacağımız gün hafif bir grip ile uyanmıştım ve haftasonu boyunca da yer yer ağırlaşarak devam etti. Burun ve geniz akıntısı özellikle geceleri çok rahatsız ediciydi. Neyse ki toparlanmam çok uzun sürmedi ve herhangi bir ilaç kullanmak zorunda kalmadım.

Hastalığa rağmen İzmir'de geçirdiğimiz 2 gün çok keyifliydi. İlk gün salonun ortasına iki kocaman hurç açıldı ve içinden benim, kardeşim Orçun'un ve kuzenim Ada'nın kıyafetleri çıktı. Anneannem sağolsun, yer bol olunca bir çok şeyi saklamış. Hepsini arabanın arkasına yükleyip eve getirdik. Artık önümüzdeki ay içerisinde onları elemek var sırada. Bizim kız herşeyi giymeye kalkarsa, her gün bir defile düzenlemek durumunda kalabiliriz.

Bu haftalık diyeceklerim bu kadar. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum. Güzel şeyler olacak hissediyorum. Hadi bu akşam biraz eğlenin, sevdiklerinizle sohbet edin, tombala falan oynayın ama güzel şeylerden konuşun.

Sevgiler,
Gizem xx

Gizem'in hamilelik günlüğü // 29. hafta

Merhabalar,

29. haftada geçen haftaki hareketlerden tekmelerden eser yok. Konu bebek olunca, karında veya dışarıda, bir haftanın diğerine uymadığını ve hiç bir zaman da uymayacağını deneyimlemek için bir sinyal bu sanırım. Hareketlilik azalsa da kendini unutturmuyor; karnımın büyüdüğünü çok net gözlemleyebiliyorum, kalça ağrılarım geceleri uyandırmaya devam ediyor.



Geceleri uyandıran sadece tuvalet isteği ve kalça ağrıları da değil, artık fantastik rüyalarım sağolsun, onlar da uykumu bölmek üzere evrimleştiler. Normalde de bol aksiyonlu olan rüyalarım hamilelikle dizi film boyutuna geçmişti, şimdi kendilerini de aştılar. Aşırı gerçek, bilinç altını dürtükleyen, bol bebekli rüyalara geçiş yapmış bulunmaktayım. Sabahları yorgun uyanmama neden olsalar da en büyük avantajları içime gömdüğüm duygu ve düşüncelerimi terapi yardımıyla anlamamda kolaylık sağlamaları oldu. İnkar edemeyeceğim, çok yararlarını gördüm. Hamilelere tavsiyem terapi ile üzerlerinde çalışamıyorlarsa bile en azından kendi kendilerine rüyalarını irdelemek için zaman ayırabilirler. Anneliğe geçişteki korkularını, endişelerini anlamaya yardımcı olacaktır. Anlamak yolun en büyük kısmı zaten. Bebeği daha sağlıklı bir zihin ile karşılamak tüm annelerin, babaların ve bebeklerin hakkı. Keşke herkesin bu çalışmaları yapmak için vakti ve imkanı olsa...

Bu hafta duygusal olarak da kendimi çok çalkantılı hissediyorum. Ah bu hormonlar...
Biraz hareket getirsin diye, 29. haftayı bitirirken ufak bir yolculuk yapalım dedik. Anneannemler, teyzemler ve dayımları görmek için Can ile İzmir'e gidiyoruz bugün. Henüz fotoğraflar dışında benim göbekli halimi canlı görmediler. Haftasonu ayrıca normalde Hollanda'da yaşayan kuzenim Derya'yı da göreceğim. Derya da hamile ve aramızda sadece 1 ay var! O da benim gibi İzmir'e ailesini görmeye geldi. Hamileliği sevdiğin bir arkadaşınla aynı anda yaşamak gerçekten çok keyifli bir şey. Göbekli bir fotoğrafımızı çektirmeyi unutmamalıyız kesinlikle.

Yolculuk öncesi hafif hastalık belirtileri gösteriyorum. Etrafta bu kadar çok hasta varken birşeyler kapmamak elde değil sanırım. Umarım dinlenme ve sıcak içecekler ile atlatabilirim. Zaten bir dolu vitamin içiyorum, ilaç kullanmak hiç istemiyorum.

Hadi bana şans dileyin, çabucak iyi olayım.

Sağlıklı günler herkese,

Gizem xx



Çınar'ın ilk Göz Muayenesi

Bugün günlerden göz :) 

Bugün Çınar'ın  ikinci doz meninkok aşısını yaptırmak için doktoruna gittik. İşimiz hemencecik bitti. Bu arada 2 yaşına kadar ilk göz muayenesini yaptırmam gerektiğini doktoru söylemişti ve hali hazırda hastaneye gelmişken, işimiz de hızlıca bitince Çınar’ı göz doktoruna da götürüp ilk göz kontrolünü yaptırmak istedim. 2 yaşından önce göz muayenesi, çocuklarda göz tembelliği erken tanısı için öneriliyor.

Çınarı’ın ilk göz muayenesini 15. ayında yaptırmış olduk. Çınar’dan sonra bende hemen bir göz muayenesi oldum. Göz tansiyonu için kontrol yaptırmam gerekiyordu, anne oğul arka arkaya gözlerimize baktırdık ve sonuçlar temiz :)

Çınar’ın göz muayenesi oldukça kolay geçti. Çınar’ı kucağıma oturttum ve doktorun elindeki alete bakmasını sağladık. Bir kaç saniye alete odaklanması ölçüm için yeterli oluyor. Doktorun elindeki aletten gelen ışıkları, uzay mekiği ve denizaltı benzetmeleriyle süreci oyun haline getirip ilgisini çekmeyi başardık. Yakından bir ölçüm alınmadığı için çocuğu rahatsız edecek bir durum olmuyor. Doktor, ikinci göz kontrolünü 3 yaşında yaptırabileceğimiz söyledi.


Ee ne demişler gözler ruhun aynasıdır:)
Foto: Big Eyes filmine konu olan 1927 doğumlu Margaret Keane

Çınar 15 Aylık

Çınar 15 aylık oldu. Zaman su gibi akıp geçerken tüm yaşanan anıları depolamak istiyor insan. Her adımını, her hareketini küçük zaman kürelerine depolayıp, istediğim zaman geri dönüp izleyebilsem keşke. Inside out filminden etkilendim sanırım.

Çınar, tam bir küçük adam oldu. Her söyleneni anlıyor ama henüz konuşamıyor. Yabancı dili öğrendiğimiz ilk zamanlar gibi... En çok tekrarladığı hece DEDE. Her şey DEDE şuan onun için. Ben işten geldiğimde ise çok net bir şekilde MEME MEME diye elimden tutup beni sürükleyerek koltuğa götürüyor. Memeye düşkünlüğü çok arttı diyebilirim. 2 yaşına kadar emzirmeyi düşünüyorum, şuan emmeyi bıraktırmak ile ilgili  hiç bir girişimim yok. Geceleri hala 2-3 kere kalkıyor, bazen ee eee ee diyerek tekrar uykuya dalmasını sağlayabiliyorum ama çoğunlukla  meme emmeden sakinleşmiyor. Ben de üstüne gitmiyorum, emziriyorum.  Bir de uzun süredir geceleri benden başka kimsenin kucağına gitmeme gibi bir özellik geliştirdi.

Her akşam banyo yaptırmaya özen gösteriyoruz. Zaten çoğunlukla banyo yapmak istediğini çok net bir şekilde belli ediyor. Banyoya gidip küvetinin içine girmeye çalışıyor ve o andan itibaren banyo yaptırmaz isek, bize resmen çektiriyor.
Son 1 haftadır banyodan çıkarmaya çalışmak da ayrı bir uğraş oldu. Kesinlikle çıkmak istemiyor, çıkartmaya başladığımızda çığlık çığlığa bağırıyor. Haydi hayırlısı!! Büyüme atağıdır diyerek sakin kalmaya devam ediyoruz.

Kendi kendine oynamayı çok sevmiyor. Mutlaka yanında olmamızı istiyor. Koltukta oturuyorsak bizi çeke çeke yanına oturtmaya çalışıyor. Bu ay ona bir çadır aldık. Çadıra bayıldı diyebilirim. Çadırın içine birimizden birini mutlaka sokuyor. 

Bu ay hafif bir ateş geçirdi. 3 gün sürdü. Ateş düşürücülerle idare ettik ve kendiliğinden düştü. Hafif bir boğaz enfeksyonuymuş. Az biraz öksürüğü kaldı, onu da atlatırsak tamamdır.

Çınar'ı  her gün dışarı çıkarmaya özen gösteriyoruz. Hem temiz hava  alması çok önemli, hem de bütün gün evin içinde kalmaya alışık olmadığı için sıkılıyor yavrucak. 

15. ayı da bu şekilde tamamladık. Bu yazı da istediğim zaman geri dönüp okuyabileceğim bir küçük zaman küresine dönüşsün o zaman.





Gizem'in hamilelik günlüğü // 28. hafta

Merhaba,

28. haftaya duygusal olarak pek parlak bir başlangıç yapamadım malesef. Zaten hormonların ve dünyada ve ülkede yaşananların etkisinin harmanlanmasıyla beynimde kısa devreler yaşıyordum. Cumartesi akşamı yaşananların etkisiyle iyice dağıldım. Karnınızda bir canlıyla toparlanmanız çok uzun sürmüyor neyse ki. Bir şekilde düşüncesi ve minik hareketleriyle size yitirdiğiniz umudu geri aşılıyor. Gerçi hafta içinde de dünyadan yine iç karartıcı haberler gelmeye devam etti ama aynı döngü içimde kendini tekrarlamaya devam ediyor; üzüntü, öfke ve ardından zor olsa da iyiye dair umut...
Buna rağmen, fiziksel olarak kendimi daha iyi hissettiğim bir hafta olduğunu söyleyebilirim. Yürüyüşlerin ve yoganın etkisini görüyorum sanırım.


Bu haftaki belirgin farklılık ufaklığın hareketlerinde oldu. Hareket sıklığı eskisiyle aynı olsa da, artık hareketleri çok daha belirgin, hatta bazen korkutucu bile diyebilirim. Ellerimle dışarıdan uzuvlarını hareketler esnasında çok net hissedebiliyorum. Belki bulunduğu pozisyon ile de ilgili olabilir, sanırım ellerini ve kollarını karnımdan dışarı yönde hareket ettiriyor.
İnternette bebeğin doğuma yaklaşırkenki pozisyonunu anlamak üzere belly mapping isimli bir yöntem uygulandığını okudum. Kısaca dışarıdan hissedilenlerle bebeğin başı, poposu ve uzuvlarının yerini karın üzerinde çizerek belirleme şeklinde ifade ediliyor. Bebek doğum için uygun pozisyona girmemiş ise bazı egzersiz ve yöntemlerle uygun pozisyona girmesi için öneriler de bulunuyor aynı kaynaklarda. Doğuma yaklaşan dönemde bu yöntemi deneyip, paylaşabilirim.

How to do Belly Mapping - Mama Natural

Önümüzdeki haftalarda bebeğin kemikleri sertleşiyor ve büyüme hızı ivmeleniyormuş, bu da bol bol kalsiyum ve diğer vitaminlerden çekiyor demek olduğu için stokları doldurmak adına Multivitaminin yanında destekleyici bazı diğer takviyeler daha verdi doktorum.

Bu aralar geceleri yattığım pozisyonu seçmekte biraz zorlanıyorum. Genelde ana atar damarı sıkıştırmamak adına hamilelere sol tarafına yatmayı öneriyorlar fakat bir pozisyonda uzun süre durunca biraz rahatsızlık duymaya başlıyorum, özellikle belimde ve kalçamda. Gece uyandığımda kendimi sağıma dönük veya sırt üstü yatar halde bulduğum da oluyor. Böyle durumlarda soluma dönmeye çalışsam da bazen rahatsam bırakıyorum kendimi olduğum gibi. Bir de sağa veya sola dönük yattığımda sanki bebeği sıkıştırıyormuşum gibi bir his geliyor içime, öyle olmuyordur umarım. Zavallının yeri zaten dar, karanlık ve ıslak bir de alanını daha da daraltmak düşününce benim içimi bunaltıyor. 

Bu hafta ilk defa bilinçli olarak bebeğin hıçkırıklarını farkettim. Bebek gelişimini anlatan çoğu kaynakta erken haftalardan itibaren hıçkırıkların duyulabileceğinden bahsediyordu fakat benim farketmem biraz zaman aldı. Heralde tekme veya damar atması ile karıştırdım, garip birşeymiş gerçekten.

28. haftayı doldururken haftaları da yanlış saydığımı farkettim bu arada. 27. hafta değil 28. haftanın içindeymişim. Gerçi ölçümlerde kıçı başı gövdesi hepsi farklı hafta çıkıyor. Hafta sayıları ne farkeder ki? Ne zaman isterse o zaman gelecek kuzu...

Haftaya görüşmek üzere,
Sevgiler,
Gizem xx

Gizem`in hamilelik günlüğü // birinci ve ikinci trimester


Merhaba! Ben Gizem, şuanda 26. haftasını bitirmek üzere olan dünya üzerindeki milyonlarca hamileden biriyim. Bu yazıya başlama nedenim hamileliğim ve ardından çocuk yetiştirme serüvenim süresince içimi dökmek, benzer yollardan geçen diğer insanlarla deneyimlerimi paylaşmak. 2 haftadır canım Melis`in instagram hesabına da dahil oldum ve paylaşımlar yapıyorum ama tabi instagram kelimelerin yeterli seviyede dökülmesine izin veremiyor. Instagram`dan günlük paylaşımlarıma devam ederken buradan da daha kapsamlı yazılar yazıyor olacağım.

Hamile kalır kalmaz veya 12.haftayı doldurur doldurmaz yazı yazmaya başlayanlar var bloglarda çoğunlukla fakat benim böyle bir paylaşıma hazır olmam için 25-26. haftaları bulmam gerekti maalesef. O nedenle öncelikle kısa olarak baştan itibaren yaşadıklarımdan bahsetmek istiyorum.
Eşim Can ile evliliğimizin 2. senesini doldurmaya yakın, birlikteliğimizin de 10.senesini doldururken birlikte çocuk sahibi olmaya karar verdik. Çok zaman geçmeden de hamile olduğumu öğrendik. Bütün aile büyük bir heyecan ve sevgiyle karşıladı bu haberi. Bir yandan çok mutluyduk, diğer yandan ben kendi içimde bilinmezlerle oradan oraya savruluyordum.

İlk trimestere damgayı vuran kesinlikle bulantılarım ve yorgunluğumdu, aynı kitaplardaki gibi. 6 ve 7. haftalarda iyice belirginleşen bulantılar 14. hafta itibariyle yavaş yavaş kayboldu. Bazı hamilelerde bıçak gibi kesiyormuş fakat benimki pek öyle kolay gitmedi. Ama gittiğinde de temelli gitti ve iştahım tamamen yerine geldi. Bulantılarım belki çok ağır değildi, sadece 2 kere kusturdu, çoğunlukla bitmeyen akşama doğru ağırlaşan pis bir öğürme dürtüsü gibiydi. Bu arada yiyebildiğim şeyler sayılıydı, galeta, peynir, yumurta, kraker, ekmek ile yaşadım bir süre. 53 kilo ile başlayan hamileliğimde 3 kilo vererek 50 kiloya düştüm. Kendimi psikolojik olarak çok kötü hissetmeye başladım. Aynadaki görüntüm güzelleşeceğine gittikçe çirkinleşiyordu. İçimde ne olduğu belli bile değildi, gerçekten hamile miydim acaba? Neyse ki ultrasonlarda doktor hamileliği onaylayan görüntüler gösteriyordu da öyle inanıyordum. Bir daha böyle bir şey yaşayamayacağımı düşünmeye başladım, hamilelik buysa kalsındı. Bu arada yorgunluğum da had safhalardaydı. Gün içinde masamda sürekli uykuluydum. Sürekli gözlerimi kapayıp dinlenmek için zaman kolluyordum. Eve gelince de zaten akşam yemeği yiyemediğim için direk uyumak istiyordum çünkü midemin bulanmadığı ender zamanlardan biri uyuduğum zamandı.

İkinci trimester`e doğru yol alırken, gel zaman git zaman bulantılarım yavaş yavaş azalmaya ve yok olmaya başladı. Sanırım 14.hafta civarı iyice azalmaya başlamıştı. Artık kendimi daha mutlu hissediyordum çünkü yemek yiyebiliyordum. Sevdiğin şeyleri yiyebilmenin önemini bir kez daha anlamış oldum. Neredeyse 3 aylık kıtlık döneminden sonra bir anda yemeklere saldırmaya başladım, sanki vücudumun kaybettiklerini geri koymaya çalışıyordum. Bu arada doktorumun önerisiyle multivitamin kullanmaya da başladım. Kendi kararımla normal dozun 3te2sini aldım çünkü düzenli ve sağlıklı beslendiğime inanıyordum. Bu arada kilo alımım da normale döndü. Bulantılar geçse de yorgunluğum vücudumu terketmiş değildi. Kitaplarda yazan enerji patlaması ikinci trimester ile belirmemişti. Yorgunluk azalsa da yine devam ediyordu. Bulantılar geçtiğinde yürüyüşe ve yogaya başlayacağıma dair kendime söz vermiştim fakat sözümde duramadım maalesef. Hiç bir şey yapmaya gücüm yoktu, oturmak ve yatmak istiyordum sadece. Ayağa kalktığımda gözlerim kararıyor, tansiyonum düşüyor, bu sefer hiç kalkmak istemiyordum. Oysaki artık düzgün besleniyordum da, niye hala böyleyim anlamlandıramıyordum, bu beni üzüyor ve öfkelendiriyordu. Eşim Can ve ailemin başına tam bir mızmız olup çıkmıştım.

Bu arada bebeğin gelişimi sağlıklı ve normal olarak ilerliyordu. 16 veya 17. hafta civarı cinsiyetinin kız olduğunu öğrendik, Can`la çok sevindik. Neden bilmiyorum, kız çocuk içimi aydınlatıyor benim, Can da benzer bir şeyler hissetti herhalde. Oysa ne fark eder ki?
18.hafta`da bir perinatolog ile detaylı ultrason randevumuz oldu, onlarca ölçümler yapıldı ve ölçümlere gore her şey normaldi. Benim için normal olmayan tek şey göbeğimdi, çünkü yoktu! Bu sefer benim neden göbeğim yok diye endişelenmeye başladım, oysaki biliyordum bebek normal gelişimini sürdürüyordu. Ama yoo, insanlar ay sen nasıl hamilesin dedikçe hem zayıflığımla gururlanıyordum hem de endişeleniyordum. Göbeğimin çıkmasını beklemeye başlamıştım, aynanın karşısında göbek arıyordum sürekli.
İlerleyen haftalarda yorgunluğum da azalmaya başladı. Artık daha da iyi hissediyordum.
20. ve 21. hafta itibariyle işle ilgili tempom da artmaya başlamıştı,sanki zaman daha hızlı geçiyordu. Ara ara tansiyon düşmesi gibi problemler çekmeye devam ediyordum ama bir şekilde idare ediyordu. Göbeğim hala belirginleşmemişti, bekliyordum.

22. haftada tekrar perinatolog kontrolüne gittik. Bu sefer 4 boyutlu insana benzer görüntüsünü de gördük bebeğin, çok garip bir histi. İlk defa o kadar duygulandım sanırım, günlerce açıp açıp baktım resmine. Sanki şimdiye kadar hayaldi de şimdi gerçeğe dönüşmeye başlıyordu benim için. Bu arada göbeğim de hafif bir çıkıntı oluşturuyordu. Sanki hamile miydim ne!
Hamile yogasına da başlamıştım. Ara ara evde kendim de yapıyor olsam da grup ile farklı bir paylaşım yaşıyorum. Sevgili hocamız Şaylan, zaten benim hamile yogası eğitmenlik eğitiminden hocam hem de hayatımda değerli bir arkadaşa dönüşmüştü zaten. Hamilelikte de onun dersine giriyor olmak çok güzel bir tecrübe. Hafif hafif kalça ağrılarım da başlamıştı, yoga onlara da iyi geliyor. Kalça agrılarım hala devam ediyor ve doğuma kadar bir yere gitmeyecek biliyorum, sadece doğru pozlar ile rahatlatmaya çalışıyorum.

23 ve 24. haftalar yine yoğun geçmişti fakat birkaç kere daha göz kararması, soğuk terleme gibi semptomlari yaşamıştım. Hep tansiyonum düşüyora yordum fakat bu sefer düşük seker - hipoglisemiden kaynaklanıyor olabilir mi diye bir soru işareti oluştu. Babam da diyabetik olduğundan evde fazladan şeker ölçüm cihazı vardı ve ben aralıklı olarak aç ve tok karnıma şekerimi ölçmeye başladım. Gerçekten de şekerim çok düşük çıkıyordu. Bunu fark edince yediğim tüm tatlıları, çikolataları, şekerli gıdaları kestim ve karbonhidratı da olabildiğince azalttım. Sürekli azar azar öğünlerle hiç aç kalmamaya odakladım kendimi. Başta hasta olma fikri beni aşırı sarstı, ağladım ağladım, sinirlendim neden beni bulmuştu yine problem? Bu zamanlarda hep Can`ın desteği vardı, iyi ki var. Yine onun yardımlarıyla beslenme şeklini rutin haline getirdim. Psikolojik mi yoksa gerçekten etkisi oldu mu bilmiyorum ama kendimi çok daha iyi hissetmeye başladım. Şuanda aynı yeme şekline devam ediyorum ve tekrar aynı problemleri yaşamadım, umarım da yaşamam.
Bu arada şeker yükleme testini de 25. haftada yaptırdım çünkü zaten kafamda şeker ile ilgili sorular vardı ve riske atmak istemedim. Neyse ki her şey normal çıktı. Kafamdaki sorular azaldı ve biraz daha huzur bulmuş hissediyorum.

26. haftayı bitirirken artık minik bir göbeğim var, birkaç gün önce ilk defa birisi hamile olup olmadığımı sordu. Bu hafta öğle aralarında iş yerinin bulunduğu site içinde yarım saatlik yürüyüşlere başladım, çok iyi hissettiriyor. Belime ve kalça ağrılarıma da çok iyi geliyor.

İkinci trimesteri sonlandırırken kendimi her gün daha iyi hissediyorum. Fiziksel sorunların azaldığını söyleyemem, her gün şekil değiştiriyorlar ama artık bu yolculuğu kabullenmeye başladım. Bebeğimle kavuşmaya adım adım yaklaşıyorum, ve bu yaşadıklarım kavuşmamız için bir köprü. Kavuşunca ne hissedeceğim, neler değişecek bilmiyorum ama Can ile hayatımızda çok önemli bir dönüm noktası olacağı kesin. Bana birçok duyguyla birlikte heyecan veriyor. Haydi yaşayıp görelim diyorum...

Bundan sonra 27. hafta itibariyle yaşadıklarımı güncel olarak paylaşmaya çalışacağım. Maksat buralara bir yerlere bir iz bırakmak, dertleşmek, paylaşmak olsun.

Sevgiler herkese,
Gizem xx 




Anne sütü saklama (3-3-3 Kuralı)

Anne sütünün nasıl saklanacağı özellikle işe geri dönecek olan annelerin en merak ettiği sorulardan oluyor. En azından benim öyleydi. Buzdolabında kaç gün muhafaza edilebilir, işten eve gelirken çözülmeden nasıl getireceğim? Buzlukta 3 ay mı 6 ay mı kalabilir? gibi bir sürü soru geliyor insanın aklına.
Ben nasıl yaptığımı kısaca aktarmak istiyorum.
3-3-3 kuralını uyguluyorum.
Anne sütü;
3 saat dışarıda kalabilir. (oda sıcaklığı 19-26oC)
3 gün buzdolabında muhafaza edilebilir.
3 ay da buzlukta saklanabilir. (-18 oC)
İşte sütümü sağdıktan sonra sütü Lansinoh süt poşetlerine aktarıp, iş yerindeki buz dolabına koyuyorum.
İşten çıkarken süt poşetlerini termal süt çantama transfer ediyorum. Eve gelince de hemen buzdolabına koyuyorum. Hepsi bu.
Ertesi güne annem Çınar’a buzluktan çıkarıp benmari usulü ısıtarak içiriyor.

Kullandıklarım:
  1. Elektrikli Lansinoh Süt Pompoası ( Lansinohtan memnun kaldım )
  2. Süt Poşetleri ( Yine Lansinoh kullandım ama çeşitli başka markalar da mevcut) ya da cam kavanozlar da kullanabilirsiniz.
  3. Termal Çanta ( işten eve getirirken sütleri yerleştiriyorum.) 

Yaşamaya Dair

Bugün Genco Erkal ve Tülay Günay'ı izledik. Yaşamaya Dair. Tüylerim hala diken diken!!!

Bu geceden;

Bu şiir Çınar'a, bana, kediye bir de güneşe...

Masalların Masalı


Su başında durmuşuz,
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.

Su başında durmuşuz,
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana, bir de kediye.

Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze .

Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak;
sonra o da gidecek...

Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze...

Nazım Hikmet


Okulsuz Büyümek


Bütün bir hafta akşamları aynı cümleyi kurdum. “Çınar uyusun kitap okuyacağım” Ama Çınar’ı uyutmaya çalışırken küttt…. bir kalkıyorum saat 01:30 olmuş!!! uyuyakalmışım ve akşamı kaçırmışım. Tabi Baran beni defalarca kaldırmaya çalışıp bir hayat belirtisi görmeyip pes etmiş. Haydaa, bu böyle aralıksız 3 gün devam etti. Neyse ki  dün akşam şeytanın bacağını  kırdım ve Cuma akşamına Baran’la bir film sığdırabildik. Yaşasın sonunda sosyalleşebildim. Sevgili Esra’nın tavsiye ettiği Captain Fantastic’i izledik. Kendisi şu sıra vizyon filmi oluyor. Vizyon filmi olması da, asırlardır sinemaya gitmiyor olmamım yarattığı ezikliğe bir nebze olsun iyi geldi doğrusu...


Film, 6 çocuğu ile ABD’nin Kuzeybatı Pasifik ormanlarında yaşayan bir ailenin hikayesini  anlatıyor. 6  çocuğa sahip olabilmenin sırrı sanırım şehirden uzaklaşıp ormanda yaşamak. Hikaye bir noktadan sonra bir yol filmine dönüşüyor. "Into the Wild" ile başlayıp "Little Miss Sunshine" tadında devam eden bir film. Biz sevdik filmi, ebeveyn olmak ile ilgili güzel tespitleri var filmin. Ben Hewitt’in "Okulsuz Büyümek" kitabını izliyormuş hissine kapıldım bazı sahnelerde. Filmde de çocuklar okula gitmiyor ve tüm eğitimlerini anne babasının rehberliğinde alıyorlar.  Okulsuz Büyümek kitabında’da  Ben Hewitt durumu bir adım öne taşıyıp bu süreci çocukların rehbere ihtiyaçları olmadan kendi kendilerine de halledebileceği görüşünde.  Okulsuz Büyümek kitabının ön sözünden;
 “Çocuklar okulda, hayatlarından bu derece vazgeçmelerine değecek kadar önemli bir şey öğreniyorlar mı gerçekten? Ekran karşısında veya yaşıtlarıyla yan yana akıllı telefonlarıyla oyalanırken bir şey öğrenip öğrenmedikleri konusuna girmiyorum bile. Ben çocukların hayatta kendi yollarını çizebilmek için gerekli olan tüm bilgiyi (okuma, yazma ,imla, temel matematik vb. bir solukta ve tamamen gönüllü olarak öğrenebildiklerini gördüm. Çocuklarımın bu bilgileri ebeveyn veya bir öğretmen müdahalesi olmadan özümseme kapasitelerine şahit olduktan sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki,bu bilgilerin resmi eğitimle verilmesine gerek yoktur."
Ve ekliyor;
“Amacım hayatımızın ne kadar mükemmel olduğunu, eğitim ve ebeveynlik sanatında ne kadar iyi olduğumuzu göstermeye çalışmak da değil. Hayatımız mükemmel değil çünkü biz mükemmel olmayan bir dünyada yaşayan kusurlu insanlarız.”
Filmi izlerken bazen kendimi tamamen ormanda çocuklarını büyütmeye çalışan ailenin yanında hissettim ama bazı sahnelerde ise kendimi yaşadıkları hayatın ne kadar doğru olduğunu sorgularken buldum. Bu konunun net bir cevabı yok bence, konu tamamen tercihler ile alakalı. Sonuçta hepimiz mükemmel olmayan bir dünyada yaşayan kusurlu insanlarız.










Hafta sonunu iple çekmek

Hafta sonunu iple çekmek için bin bir türlü sebep var da artık benim en baş sebebim Çınar ile doya doya vakit geçirebilmek oldu. Sabah yatakta işe yetişme derdi olmadan geçirilen tatlı mahmurluk keyfi olmazsa olmazlardan. 
Hafta için saat 07:00 de evden çıkıyorum, çoğu zaman Çınar uyuyor oluyor uyumadığı zaman da hemen oyuna giriştiği için iş için, hazırlanmak neredeyse imkansız bir hal alıyor. Çınar, sanki  biz işe gidene kadar ne kadar vakit geçirip oynasak kardır düşüncesiyle, erkenden “6-6:30” gibi kalkabiliyor. Annemi arayıp biraz daha erken gelebilir misin lütfennn banyoya girmem gerekiyordu ama daha dişimi bile fırçalayamadım diyerekten, servisi yakalamak için tüm hızımla hazırlanıyorum. Artık şunu da öğrendim geç yatan yavru geç kalkacak diye bir durum yok. Geç yatıp erken kalktığı, erken yatıp geç kalktığı onca güne geceye şahidim.
Hafta sonunu iple çekmek derken bu kaçırdığım onca anın telafisini iki güne sığdırmaya çalışıyoruz. Eşim ve ben. Özlem zor ama çalışmak da şart. Bu denklemde gel git yaşayan çoğu insan gibi bizde kendi dengemizi bulup, bir şekilde yola devam ediyoruz diyelim.
Evet, hafta  sonunda yapmaktan en çok keyif aldığımız aktivite  ise “Pazar Gezmek”. Son dönem Pazar günleri Kartal’da kurulan Organik Pazar’a dadandık. Zaman zaman İpekhanım’ın çifliğinden meyve sebze söylüyordum ama görerek dokunarak pazar alışverişi yapmak bir başka oluyor. Alışverişi internet üzerinden vermek alternatifi kolay ve hızlı olsa da tüm hafta içini bilgisayar başında oturarak geçiren bir beyaz yaka olunca hafta sonu bu döngüden çıkıp pazar gezip, meyve sebzeye dokunarak ulaşmak ruhumuza iyi geliyor. GeKoO ile de Kartal Organik Pazar’da tanıştık. Biz Baran ile sabah kahvaltısı alternatifi olarak süte katıp Organik Ekonola Cevizli Meyveli Granola  yiyoruz. Çınar için de Keçiboynuzu özü ile tatlandırılmış Organik Ekovi Tereyağlı Çocuk Bisküvisi denedik. Ayrıca hoşuma gitmesinin bir diğer nedeni, Gekoo nun bir sosyal girişimcilik olarak kurulması. Kadın istihdamı yaratma amaçlı hedefleri arasında kadınların ekonomik olarak güçlenmesini ve kadın istihdamı artırmak varmış. Bu nedenle, GekoO'da sadece kadınlar çalışıyormuş.

Bir de her gittiğimizde yemeden edemediğimiz Cennet teyzenin gözlemeleri... Pazarın organik malzemeleri ile sac üzerinde %100 buğday unundan nefis gözlemeler yapıyor.  Son gittiğimizde Çınar’a da yedirdik. 1 yaş sonrasının en güzel yanlarından biri de yavaş yavaş her şeyden yedirebilmeye başlayabilmek. Dışarıda da çok sıkıştığımda çorba, güvendiğimiz bir yerden köfte yedirmeye başladık. Zaten balık yemeğe çıktıysak balık çorbası kesin içiriyorum. Şuanlık dışarıdan yedikleri bunlarla sınırlı diyebilirim.
Bu hafta da pazar günü aktivitesi olarak organik pazar gezeceğiz. Bu defa da Kartal yerine Maltepe Organik Pazarı deneyeceğiz. Bakalım Kartal’da ki pazara nazaran nasıl?  Deneyip görelim...

Evettt pazar Altayçeşme'de olan  Maltepe Organik pazarına gittik ve pazar yerinde incin top oynuyordu. Artık kurulmuyor sanırım. Bizde rotamızı tekrar Kartal Organik pazara  çevirdik. Yine çok keyif aldık. İyi ki pazarlar var. Tadarak dokunarak meyve sebzeyi alabilme kalp biz.







Süt Odası Sohbetleri


Bir oda düşün her gün günde iki kere gidip mesai harcadığın, bir oda düşün ki yan yana süt sağdığın kadınlarla dolu.. Süt odaları büyülüdür. Birbirini hiç tanımayan ve ilk defa süt odasında karşılaşmış iki anne süt odasından çıkarken kuzu sarması iki dost haline gelebilir. En özelini , en sevdiğin için ayırdığın bu zaman dilimini paylaştığın kadınlarla bir bakmışsın en özel , en mahrem konuları paylaşmaya başlamışsın. Süt odasının böyle bir etkisi vardır. Konuştukça hafiflediğin bir  terapi  seansı gibidir. Kadın dayanışmasını iliklerine kadar yaşarsın.  Diğer çalışan ve süt sağan annelerle bir araya gelmek  bebeğinden uzak kalmanın yaşattığı vicdan azabını azaltır, hafifletir. Anneliğe dair tüm kaygılarını paylaştığın, bebeğine ne yedirdiğinden tut nasıl uyuttuğuna, uykusuz geçirdiğin gecelere kadar tüm yaşanmışlıkları ve tecrübelerini konuştuğun yerdir ve unutmamak gerekir ki çalışan anne olmayı kolaylaştıran en önemli alandır süt odaları.

Bu alana sahip çıkmak önemlidir. Çalışan annelerin tuvalet köşelerinde süt sağması, konforsuz ve hijyen yoksunu mekanlarda bebekleri için süt sağmaları kadınları iş hayatında istemeyen bir zihniyetin ürünüdür diye düşünüyorum. Süt odaları en temel haktır. Konuyla ilgili yönetmelik detaylarına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.


                                                                               Oda ve yurt açma yükümlülüğü

                       MADDE 13 – (1) Yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 100-150 kadın çalışanı olan işyerlerinde, emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine en çok 250 metre uzaklıkta EK-IV’te belirtilen şartları taşıyan bir emzirme odasının kurulması zorunludur.
 
1-7 Ekim “Emzirme Haftası” olarak kutlanıyor. Bugün emzirme haftasının son gününe yetiştirdiğim yazı ile tüm çalışan ve iş yerinde  süt sağan annelere selam olsun. Öperim.

AÇ KALPER- VEGAN BEBEKLER


"Hungry Hearts" oldukça sarsıcı bir film. 35. İstanbul Film Festivalinde aile bağları kategorisinde yer almış. İzlediğimde hamileydim, konusu beni fena içine aldı. Jude ve Mina aşk evliliği yapıp peşi sıra bebek sahibi olan bir çift. New York’da yaşıyorlar ve Mina Vegan. Mina bebeği doğduktan sonra da bebeğini de vegan beslenme tarzında büyütmek istiyor. İşte çift arasında gerilim bu noktadan itibaren başlıyor diyebiliriz.

Jude ile Mina arasında çocuğu büyütme tarzı ile ilgili ciddi fikir ayrılıkları ortaya çıkıyor ve bu durum çiftin giderek birbirlerinden uzaklaşmasına neden oluyor. Mina’nın bebeği vegan diyetiyle beslemeye çalışması, annenin çok da anlam veremediğimiz bazı davranışları ve gitgide içine kapanması ile filmin ilk bölümünü seyirciye Jude’un  kaygı seli içinde izletiyor yönetmen. Jude’un kaygısı öyle bir  noktaya ulaşıyor ki  bebeği gizli gizli doktor kontrolüne götürüyor. Bebeğin et yememesinden kaynaklı gelişim geriliği yaşayabilme ihtimalini öğrendiğinde  bu durum Jude için son nokta oluyor. Mina’dan gizli bebeği kiliseye götürüp et yedirmeye başlıyor. Gizli gizli götürdüğü mekanın kilise olması da çiftin çizgilerini ne noktada daha da ayrıldığını vurgulayan ayrı bir unsur. Bazı noktalarda Mina’nın akıl sağlığını yitirdiğini bile düşünüyoruz. Yönetmenin bize bir akıl tutulması yaşattığını bilmeden...

Yönetmen seyirciyi öyle bir noktaya getiriyor ki ne çocuğu için endişelenen Jude ne de kendi doğruları ile çocuğunu büyütmek isteyen Mina tarafında olabiliyorsunuz. Film başında Jude’un perspektifinde ilerlerken filmin sonunda Mina’nın yanında buldum kendimi. Yönetmenin de bir taraf seçtiğini düşünmüyorum sadece filmde gerilimi beslemek için tuzaklar kurduğunu düşündüm. Kesinlikle tavsiye ederim. Film bir solukta okunan roman tadı verdi bana. Rahatsız edici ve bu konuda oldukça başarılı.

Süt izni Sendromu


Geçen hafta itibari ile süt izinlerim bitmiş bulunuyor. Yani bundan böyle Cuma günlerim Çınarık günü olamayacak.
Her gün 1,5 saat olan süt izni  bizim işyerinde genellikle haftada 1 tam gün izin şeklinde kullanılabiliyor. Ben de Cuma günleri kullanıyordum. Haftanın dört günü çalışmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyordum ve artık bitti. Bu konuda çok doluyum. Hatta sinirliyim, kızgınım, kırgınım. Off ki ne off dertliyim. Alışamadım ve kabullenemedim. Hatta kabullenememenin verdiği gazla kamu çalışanları için yürürlükte olan kanunu, özel sektör içinde geçerli sanıp IK departmanını ayağa kaldırmışlığım var. Sonra kös kös yerime döndüm tabi.

Neymiş efendim kamu çalışanları için geçerli kanun ile sgk çalışanlarına tabi kanun birbirinden farklıymış!! Kamu çalışanı annelerinin süt izni süresi daha uzun. Eğer Kamu çalışanıysan bebeğinin süt ihtiyacı daha fazla diye düşünmüşler herhalde. Hangi sektörde ne şekilde çalışırsan çalış annelere tanınan hakların eşit olması gerekir. Kamuda farklı, özel sektörde farklı uygulamayı aklım almıyor arkadaş. Annelik anneliktir. Her bebeğin süt ihtiyacı aynıdır. Süt izin süresi nasıl farklı olabilir yahuuu… Annelik hakkını geçtim süt izni “çocuğun” hakkıdır ve bu hakkı çalıştığın kuruma göre şekillenmesi kadar tutarsız bir uygulama olamaz.

Dünya Sağlık Örgütünün, UNICEF’ in önerisi ve Sağlık Bakanlığımızın politikası;  “bebeklerin ilk 6 ay su bile verilmeden sadece anne sütüyle beslenmeleri ve 6. aydan sonra da uygun ek beslenme ile  beraber emzirmenin 2 yaşına kadar sürdürülmesidir. Buna karşın 2 yaşına kadar devam etmeyen süt izni politikası, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dedirten cinsten. 

Eğer Kamu çalışanı isen;
Süt izni süresi:
  • Memura, doğum sonrası analık izni süresinin bitim tarihinden itibaren ilk altı ayda günde üç saat, ikinci altı ayda günde bir buçuk saat süt izni verilir.
 Eğer SGK çalışanı isen;
  • Doğumdan sonra işçilere 1 yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde1,5 saatlik süt izni verilir. 
Tamam 2 yaşına kadar süt izni olma ihtimalini  geçtim, ama eğer kamu çalışanı olsaydım yaklaşık 3 ay daha günde 1,5 saatlik iznim olacaktı. Ama ne yazık ki annelik haklarımızı eşit görmemişler. Ve bana ayrılan süre dolmuş dostlar.
Bir SGK lı olarak bu Cuma çalışıyorum…ve bundan sonraki Cumalarda ...
Happy Friday ozaman.







Doğum Hikayem- bir küçük eylül meselesi

Benim bir küçük eylül meselem Çınarım oldu. 3kg pamuk oğlan, geçen sene eylül ayının tam ortasında planlı sezaryan gününü bekleyen ailesine sürpriz yaparak daha erken kendi istek ve arzusuyla dünyaya geldi.  12 Eylül Cumartesi gecesi Baran’la mısır patlattık ve uzun süredir izlemek istediğimiz Dallas Buyer Club filmini izlemeye koyulduk. Tabi benim ayaklar şiş durumda olduğundan altına bilimum yastık yorgan koyarak ayaklarımın sürekli havada gezdiği bir dönem. Çınar 38+6 haftalık. Film baya etkiledi çok hoşumuza gitti meğersem Çınar doğmadan izlediğimiz son film Dallas Bayer Club a kısmetmiş.

Gece regl tadında sancılarla uyandım. Baktım sancılar belli aralıklarla girip girip çıkıyor. Dedim Baran kalk doğuruyorum galbaJ Baranla sancı aralıkları ne kadar sürüyor diye zaman tuttuk baktık hep aynı aralıklarla geliyor sancılar. Annemler yakında oturuyor, onları aradık bizi almaya geldiler.  Doğum olacak diye düşünmedik aslında. Hastaneye gidip kontrol ettirelim içimiz rahat etsin diye düşünmüştük. Doğuma daha var ne de olsa diye düşünüyorduk sanırım. Bunlar olsa olsa doğuma hazırlık ön sancılardır demiştim lakin öyle değilmiş…

Hastaneye gittiğimizde beni NST’ye bağladılar. Sancılarım geldiğinde yanımda kim varsa elini sıkıca sıkıyordum. 3-4 dakika içinde yine rahatlıyordum. Derken bu şekilde 40 dakika geçirmişimdir. Saat 04:00 suları olmuştu sanırım. Hemşire bu kadar kayıt yeterli dedi grafiğe baktı ve evet  görüyorum görüyorum  bunlar doğum sancıları dedi :p  Nöbetteki kadın doğum doktoru tamam bir de muayene edelim doğum başlamış ise doktorunuza haber vereceğim dedi.  Bu arada bizim doktor Kadiköy Şifa’ nın doktorların Nihan Dedeoğlu. Açıklık var mı diye bir baktık 2 cm açıklık olmuş. Suyum henüz gelmemişti. Doğum başlamış dedi. Doktorumu aradılar, daha önce sezeryan planlamıştık. Haftaya Perşembe doğuracaktım ben. Sezeryan olacağıma en çok annem sevinmişti. Normal doğum olursa hangi ara lohusa şerbetini hazırlayacağı düşüncesi çok germişti annemi :P Çarşambadan güzel güzel kaynatacaktı işte ama oldu mu olmazzz. Çınar normal doğum ile başlayıp sezeryan ile sonlanan bir doğum hikayesinin meyvesi . 

Çınarın boynuna kordon dolanmıştı riske atmak istememiştim.  Kafamda soru işaretleri ile normal doğuma girmek istememiştim açıkçası. Normal doğumu ucundan yaşamış biri olarak ikinci çocuğum olursa şayet ve her şey yolunda giderse normal doğum deneyimi yaşamak çok istiyorum ama her ne olursa olsun bu süreç  "bütün olarak" bir mucize. İster sezeryan ister normal doğum olsun bir önemi yok. Esas bunu vurgulamak istedim. Sezeryan doğum yapan anne daha güçsüz ve ya daha az anne gibi bir durum kesinlikle söz konusu değil. Önemli olan bebeğin nerden çıktığından çok sağlıkla kucağımızda olması.

Saat 06:15 sularında epidural sezeryan ile Çınarım doğdu. 13 Eylül sabahı bir melek veriler kucağımıza. Meleğimiz şuan 1 yaşında. Nice senelerin olsun Çınarım.

Ah bu ben kendimi nerelere koysam?

Ah bu ben kendimi nerelere koysam?
Hangi köşe başında uyusam da uyanmasam.

Çınarık 10 gün sonra tam 1 yaşına basıyor. Bir aydır elinden tutunca pıtı pıtı yürüyordu. Şimdi de birkaç adım atıp toto üstü oturuyor hemen. Ayakta hiçbir yere dokunmadan durma süresi de hayli uzadı. Kaç yaşındasın Çınar diye sorunca parmağını 1 yapıp uzatıyor ben öğrettim ehe ehe böbürleneyim. Ama tabi soruma canı isteyince karşılık veriyor. Bazen soruyorum ilgisini çekmeyi başaramadıysam kesinlikle cevap vermiyor beyefendi.
Daha hiç tavuk yedirmedim desem. Et ve balık veriyorum. Tavuklara güvenim hiç kalmadı. Hamileyken de doktorum bana tavuk yemeni tavsiye etmem demişti. Yararından çok zararı var. Organik gezen tavuk hangi markanın alacağımı da bilemedim. Dedim en iyisi köye gittiğimizde köyümüz yok o ayrı ama bir gün bir köye gittiğimizde yeriz elbet. Çınara yedirmiyorum dedim ama bizde yemiyoruz. Yani ailecek tavuk karşıtı bir duruş söz konusu. Kuzu etine bayılıyor, balık en kolay yedirdiğim yemek oluyor. Dün akşam balık çorbası yedi mesela kaç kaşık yedi sayamadım.
1 yaşına basmasını iple çekiyordum. En baş nedeni yemek konusunda bazı bazı yasakların ortadan kalkması. Artık birlikte seyahat de daha kolaylaşacak diye düşünüyorum.
Birkaç haftadır simit vermeye başladık. Bizimki pusette durmayan veletlerden. Pusetinde uslu uslu duran bir bebe gördüğümde gözümden ince bir yaş süzülüyor resmen. Pusette kalma süresini uzatan yegane aktivite eline kemirebileceği bir şeyler vermek oluyor. Elma olsun armut olsun galeta olsun veriyorduk. Yeni yeni simit vermeye başladık. Baya oyalıyor kendisini. Bizim bir diğer kurtarıcımız da kangurumuz, pusetin altında adete bir can simidi. Kendisini pek seviyoruz. Dışarıda uykusu geldiğinde de kanguruda ee eee seslerini çıkartarak kendi kendine ninni söyleyip göğsümüzde uykuya dalıyor. Bizimki Ergo baby 360 Kanguru. İnanılmaz memnunum. Fiyatı bazı markalara kıyasla yüksek ama inanın değiyor. Kalıp gibi değil bir kere. Kumaşı sling gibi bebeğin şeklini alıyor. Ergo baby öncesi sling kullanmıştım ama pek rahat edemedim. Ben biraz aceleci bir tipim bağlamak için pek bir uğraş gerekiyordu, dışarda söküp tekrar bağlaması zor geldi bana bir de belime çok yük biniyordu. Kısaca Ergo baby den memnunuz. Her tatilde kurtarıcımız oldu. Dışarı çıkarken eşimle birbirimize kanguruyu sakın unutmaaa diye diye bir hal olduk.

Evet başladığım gibi bitirmem gerekirse “Ah bu ben kendimi nerelere koysam?”.
Çok uykum varrrr!  1 senedir deliksiz uyku yüzü görmedim. Her türlü mecrada bu konuda konuşmak, ahlanıp vahlanmak istiyorum. Rahatlatıyor. Gece düzenimiz hala oturmadı. Çok sık kalkıyor Çınar. Çalışan anne olunca gece özlem giderme seansı gibi de oluyor hem Çınar  hem de benim için. Şimdi hasta diye çok bulaşmıyorum ama iyileşir iyileşmez gece 12:00-05:00 arası emzirmeyi kesmeyi düşünüyorum bakalım.Hayırlısı...
Dün iş yerindekiler hala emziriyor musun 6 aya kadar değil mi emzirme işi diye sordular dedim 2 yaşına kadar emzirin diyolla. 
İnandıramadım dediler olmaz öyle şey. Dedim Pehh!! açın bakın dedim dünya sağlık örgütü ne diyor sonra gelin konuşalım. Pek bir şaşırdılar. 
Dedim işte böyle  anneler yalan konuşmaz.  Bakalım biz kaçı göreceğiz…

Cuma bir süt izni vakti

Çınarkuş 8 buçuk aylık oldu. Nasıl hızlı geçiyor zaman şaşarak arkasından bakıyorum. Tam tamına sekiz buçuk ay, dile kolay. Bir yandan da her şey uzay hızıyla değişim halinde. Bir bakıyorsun gülümsemeye başlamış, bir bakıyorsun  yumurta yemeye başlamış, bir bakmışsın emekliyor, alkış yapıyor. İnanılmaz hızlı büyüyor ve ben şaşarak tanıklık ediyorum bu anlara. Bir insanın büyümesine tanıklık etmek kadar mucizevi bir şey var mıdır?

İşten eve geldiğimde gülümseyerek elini yumruk yapıp ağzına götürüyor.  Çok sevimli bir sevinç gösterisinden sonra emmek istediğini ima eden sesler çıkarıyor. Ağlamak diyemem ama ona yakın mık mıklanmalar diyelim. Emerken eli sürekli hareket halinde oluyor. Ya elime “çak” yapıyor ya da üstümde ne varsa çekiştiriyor. Ele hiç rahat yok yani. O el sürekli bir şeyle meşgul olacak. Sonrasında oynamaya başlıyoruz. Topunun beşinden emekliyoruz,top nereye biz oraya bir bakmışız kendimizi mutfakta bulmuşuz. Camdan kuşları izleyip gel kuşlar gel demeler(tabi şuan sadece ben diyorum:)), şarkılar söylüyoruz.  Annem yuvalarda İngilizce öğretmeni, sağ olsun repertuvarımızı bir hayli genişlettik bu sayede. Bu aralar  Çınar’ın en fazla tepki verdiği şarkı “Bingo was his name o”. Çok daha küçükken eğer ağlıyorsa sadece “gam gam styla” şarkısı çaldığında susuyordu. Allahtan o günler geride kaldıJ En son araba yolculuğumuzda Beirut ile de sakinleyince bir oh çektik. Şuan Çınar uyuyor ve bende Beirut dinleyerek yorguluğumu hafifletiyorum. Mutlu Cumalar...

Çalışan annenin süt günlüğü

Çalışan anne olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu...yok yok tabiki  değilJ

Çınarık 6 aylık olduğunda işe başlamaya karar vermiştim. Ama günler günleri kovalayıp aylar gün kadar hızlı geçip, 6 ay yaklaşınca içimi bir korku sardı. Bu bebiş bensiz nasıl beslenecek? Aç mı kalacak? Nasıl olacak? Kafamda deli sorular dönüp dönüp duruyordu.

6 ay boyunca anne sütü  ile beslendiği ve katı gıda deneyimini de sadece 1 hafta yaşayıp işe başlayacağım için çok telaşlanmıştım. Kesinlikle boşunaymışJ Klasik anne evhamının içine düşmüşüm. Doktoru ile bu korkumu paylaşınca; “hiç bir insan evladı bugüne kadar aç kalmamış seninki de kalmaz” diye beni tiye alan bir yorum yapınca, “Panik yapıyorsun Melis” , “Kendine gel” iç seslerim ile kendimi sakinleştirmeye çalıştım.


Peki başarılı oldum mu ? İşe başlayana kadar hayır... İşe başlayıp bir hafta geçtikten sonra gördüm ki evet Çınarık bensiz de gayet iyi beslenebiliyor ve kesinlikle aç kalmıyor.
İşe başlayan çalışan anneler artık işte yeni bir sorumluluğunuz daha var. Günlük süt sağmak!!

İşteki Günlük Süt Rutinim:

Sütümü iş yerinde 2 kere olmak üzere sağıp ertesi gün için hazır ediyorum.

Lansinoh 2 si 1 Arada Elektrikli Göğüs Pompasını almıştım. İki pompayı aynı anda hiç kullanma gerekliliği olmadı aslında. Tekli olsa da olurmuş diyorum. 10-15 dakka bir göğüs, 10-15 dakka ikincisi olmak üzere genelde 25 dakkikada hallediyorum. İlk seans 10:30 ‘da, ikinci seansım da 15:30 da oluyor. Eve varınca da hemen emziriyorum. Şuan Çınar 8 aylık oldu tempom hala aynı, sütümde de şimdilik azalma olmadı.



Sütü sağdıktan sonra  süt poşetlerine transfer edip buzdolabına koyuyorum. İşten çıkarken sütlerimi alıp Baby Polar Gear, Bebek Thermal Mama & Biberon Koruyucu Çantaya aktarıyorum. Hepsiburada’dan sipariş etmiştim. Memnunum ama emzirme odasına giderken herkes çantayı görüp fotograf çekimine mi gidiyorsun diye soruyorJ Genelde evet süt çekimi diyorumJ 

İçi geniş, tatile giderken de Çınar’ın tüm ihtiyaçlarını sığdırabiliyorum. Daha küçük ve kibar çantalarda mevcut aslında. Keyfinize ve zevkinize kalmış. Ben süt sağma işim bittiğinde de kullanabilceğim bir termal çanta olması amacıyla bu modeli tercih etmiştim.


Sütümüz bol işimiz pek olsun. Çalışan annelere selam ola öptüm.

Her yerde saç var!

Doğum sonrasında saçlarım feci dökülmeye başladı. Ama nasıl bir dökülme anlatamam. Her yerde saç var,yerlerde saçlar diyorum ve sürekli Kalbenin "Saçlar" şarkısını dinliyorum. Doğum sonrası çoğu kadın saç dökülmesi yaşıyormuş. Allahtan kalıcı bir durum değil çünkü gına geldi sağdan soldan saç toplamaktan. Bu nedenle bu şarkı kendime ve doğum sonrası saçları dökülen tüm kadınlara gelsin. Öperim. Kısa zamanda saçlarımızın eski formuna kavuşması dileğiyle...