Yulaflı Kurabiye


Malzemeler:

200 gr margarin
¾ su bardağı pudra şekeri
1 adet yumurta
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
2 çay kaşığı tarçın
4 yemek kaşığı yulaf
3 su bardağı elenmiş un

Yapılışı:

Margarini eritin ve ılıması için bekleyin.
Büyük bir kapta margarini ve pudra şekerini çırpın.
Yumurtayı ilave edin ve çırpın.
Ayrı bir kapta un, kabartma tozu, vanilya, tarçın ve yulafı karıştırın.
Bu karışımı, yumurtalı karışıma ekleyin ve elinizle yoğurun.
Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparın ve top şekline getirin.
Hamurları yağlı kâğıt serilmiş fırın tepsisine dizin. Önceden ısıtılmış 160 derece fırında 30 dakika pişirin.

Ankara’da üniversitede okuduğum yıllarda, İstanbul’a ailemi ziyaret etmeye giderdim. Yurtta kaldığım için annemin güzel mutfağına kavuşmak beni çok mutlu ederdi. Tabi mutfağını kullanmama izin verdiği sınırlar içerisinde mutluydum:) Yapmaktan hiç vazgeçmediğim bu kurabiye, benim ilk tarif denememdi. Bana o yıllarımı ve ev kokusunu hatırlatır...

Tüm tariflere Pinhan Mutfak adresinden ulaşabilirsiniz...

Portakallı ve Zencefilli Muffin


Malzemeler:

2,5 su bardağı un
3 adet yumurta
1 su bardağı toz şeker
1+¼ çay bardağı ayçiçek yağı
1 çay bardağı süt
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
Portakal kabuğu rendesi (3 adet portakal yeterlidir.)
1 tatlı kaşığı toz zencefil
Süslemek için pudra şekeri

Yapılışı:

Büyük bir kapta yumurta ve şekeri çırpın.
Ayçiçek yağını, sütü ve vanilyayı ilave edin ve çırpın.
Un ve kabartma tozunu ilave edin ve çırpın.
Portakal kabuğu rendesi ve toz zencefili ilave edin ve çırpın.
Muffin kalıplarına kağıtları yerleştirin.
Fırını 180 dereceye ayarlayın.
Kalıplara 2’şer yemek kaşığı hamur koyarak paylaştırın. 12 adet muffin elde edebilirsiniz.
Fırının orta bölmesinde 40 dakika pişirin.
Soğuyunca kalıptan çıkarın ve pudra şekeri serpin.

Kokusuna doyum olmayan bir muffin tarifi… Arkadaşlarım için pişirdiğimde her zaman övgüler alırım :) Kalıplara kağıtlar yerleştirmek, piştikten sonra muffinleri kalıptan çıkarmanızı kolaylaştırır.

Tüm tariflere Pinhan Mutfak adresinden ulaşabilirsiniz...

Dönüşüm

Bir döngüdür gidiyor bu sıralar. Bir hortuma kaptırmışım kendimi ve ne yapsam içinden bir türlü çıkamıyorum gibi. İş ev, ev iş derken... soluklanacak anlar yaratamadım kaç gündür. Akşamları Çınar’ı uyuturken uyuyakalıyorum. Sabahları da bir telaş servisi yakalamaya çalışıyorum. Bu sabah saatin çalmaması ile telaş katsayım çarpı 1000 e ulaştı. Deli yağmur var ve servisi kaçırma ihtimali resmen şakaklarıma ağrılar soktu. Döngüye bu yağmurda servis olmadan işe ulaşma çabasını eklemek istemedim.
Sabahları, eğer Çınar uykusunu alamadan kalktıysa kucakta demlenmeyi, hop iki meme fırlatıp demlenmeye devam etmeyi seven bir çocuk. Bu sabah hem geç kaldım hem de Çınar’ın demlenme ihtiyacının olduğu bir sabaha denk geldim. Bende şöyle yaptım... Küvetin yanında kafamı başaşağıya eğmek suretiyle saçımı Baran’a yıkatırken Çınar’a sarıldım. (Çünkü temas halinde olmayınca sanki etinden et koparıyormuşuz gibi ağlıyor) Sonrası tuvalette yere oturmuş saçımı kuruturken Çınar’ı kucağımda emzirdim sonra demlenmeye devam etti. Dişimi fırçalarken Çınar’ı omzuma aldım. Dişimi fırçalamaya Çınar omzumdayken devam ederken ve aynaya baktığımda kendimi bir ahtapota benzetmişken annem geldi. Çınar’ın demlenme ihtiyacını anneme devredip, evden koşar adımlarla çıktım ve deli yağmurun içinden koşarak servise yetiştim.
Sanırım bu küçük adrenalin ile döngüden az da olsa sıyrıldım. Gregor Samsa bir sabah kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur, bende bu sabah kendimi dev bir ahtapota dönüşmüş olarak buldum. 


Görsel: Omar Rayyan painting

Lohusa Kafası- Lohusa Depresyonu Farkındalık Haftası

Çınar doğduğunun akşamı kan şekeri düşüklüğü nedeni ile yoğun bakıma alınmıştı. Bizde ilk gece nasıl geçecek, hastanede yanımızda kim kalsın telaşından bir anda bambaşka bir boyuta geçiş yapmıştık. İlk gece emzirmeye bile girememiştim yanına. Hemşire odamıza sağma aparatı getirmişti. Üç saatte bir mutlaka süt gelmese bile sağmamı söylemişti. Sağdığım sütleri hemşireler ile Çınar’a iletebiliyorduk. Doktor ne kadar süre kalacağımız konusunda net bir bilgi de söylemiyordu. Duruma göre netleşecek şimdilik bir şey söyleyemeyiz diyorlardı. 4 gece hastanede kaldık. 2. geceden itibaren, 3 saatte bir yoğunbakıma girip emzirmeye başlamıştım. Bu süre zarfında lohusalık yanıma hiç uğramadı. Baran’la aramızda gizli bir anlaşma yapmış gibiydik. Birbirimizin modunu aşağıya çekecek, moralini bozacak düşüncelerden çok uzaktaydık. Hatta 2 emzirme arasında dışarı çıkıp yemek bile yedik. Evliliğimizin ikinci senesini kutlamak için Viktor Levi’ye gittik. Hızlıca yemeği bitirip tekrar hastaneye geri döndük. Çınar’ın 4. günün sonunda değerleri normale döndü ve eve gitmeye hak kazandık. Bende lohusa kafası eve gidince başladı.

Tam tamına eve vardığımız günün ertesi günü lohusa kafası başladı. Lohusalığı iliklerime kadar yaşadım diyebilirim. Gece terlemeleri ardından tir tir titremeler.... Gece boyu 3 tişörtü sırılsıklam olduğu için değiştirdiğimi bilirim. Sonrasında uykusuzluktan yastık emzirmeye kadar giden kafa gidikliği, her şeyin fazla gelmesi, bebekle eve alışma süreci.... evin düzeni hiç kuralamayacakmış hissi... Benim titremelerden sonra annem tüm batıl inançları yerine getirmişti.Yatak odasına çalı süpürgesi asmak mı dersin, zorla kırmızı taç taktırmak mı...

Doğumdan sonra hormon istilasının bir çıktısı olarak lohusalık buhranını tatmış oldum. Herkes de hormon etkileri tabi aynı olmuyor. Hormonuna göre değişir J

O süreçte şunu dediğimi hatırlıyorum bir daha lohusa kafasına girmeyeceğimi bilsem hemen tekrardan hamile kalırım.

Hormonlar yavaş yavaş yakamı bıraktılar, önce gece terlemelerim bitti sonrasında kafamdaki deli sorular ve kaygılar...

Doğum sonrasındaki desteği çok önemsiyorum. Bu kadar çabuk bu hislerden kurtulmuş olmamın en temel noktası etrafımdaki insanların bana çok yardımcı olması. Ben de bu süreçte her şeyi kendim yapacağım kimsenin desteğine ihtiyacım yok kafasına girmedim. Yeni doğum yapmış kadınları yalnız bırakmamak yanlarında olmak çok değerli. 40’ı çıkmayan lohusa tek başına bırakılmaz anlayışı bu ihtiyaçtan doğmuş. Yeni doğum yapmış yapacak kişilere tavsiyem yardım etmek isteyenlere mümkün olduğunca kucak açın çünkü bu süreçte paylaşmak, hisleri içine atmamak en önemlisi.
Lohusalık buhranı paylaştıkça azalır dostlar...

Görsel: Phoebe Wahl illustration

Annemin Mozaik Keki



Malzemeler:
3 adet yumurta
1 su bardağı toz şeker
1 su bardağı ayçiçek yağı
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
3 su bardağı elenmiş un
1 su bardağı süt
3 yemek kaşığı kakao

Yapılışı:
Şeker ve yumurtayı beyazlaşıncaya kadar çırpın.
Ayçiçek yağını ve sütü ilave edin, çırpın.
Ayrı bir kapta un, kabartma tozu ve vanilyayı karıştırın.
Yumurtalı karışıma yavaş yavaş ilave edin.
Kek kalıbını yağlayıp unlayın. Hamurun 2/3’ünü kalıba dökün.
Kalan hamur ile kakaoyu karıştırın.
Sade hamurun üzerine dökün ve bir bıçakla zikzaklar çizin.Böylelikle, iki hamurun az miktarda birbirine karışmasını sağlayın.
Önceden ısıtılmış 170 derece fırında 50 dakika pişirin.

Bu kek bizim evimiz için bir klasiktir, annem misafirleri için pişirmeyi çok sever… Kolayca
hazırlayabileceğiniz, yakışıklı bir kek :) 

Tüm tariflere Pinhan Mutfak adresinden ulaşabilirsiniz...

Hamilelikte Beslenme

Hamileyken ne yedim ne yemedim, benim dikkat ettiğim ve bana iyi gelen bir kaç püf noktadan bahsetmek istiyorum.


1. Bol bol su içtim.

En önem verdiğim nokta bol su tüketimi olmuştu. Günde 3 litre su tüketmeye dikkat ettim. Masamın başından suluğumu hiç ayırmadım diyebilirim.


2. Her sabah kuru kayısı ve kuru erik yedim.

Özellikle hamilelik sürecinde kabızlık başa bela olabiliyor. Ben de bu durumu kolaylaştırmak adına her sabah bir bardak ılık su içtikten sonra üzerine kayısı ve kuru erik yedim. Çok faydasını gördüm gerçekten.


3. Avokado

Avokado kabızlık için bir mucize diyebilirim. Bağırsakları çok iyi çalıştırıyor. Ben bu mucizeyi tanıdığım tüm hamilelere söylüyorum. Hemoroid için de oldukça faydalı.


4. Rezene Çayı

Bitki çayı olarak rezene çayı tükettim. Karışık bitki çaylarını tercih etmedim.


5. Balık

Doktorum özellikle protein ağırlık beslenmesi tavsiye etmişti. Tavuk yerine hayatıma balığı soktum. Hamileliğim boyunca hiç tavuk yemedim diyebilirim. Tabi dip balıkları da yemedim.




6. Kalsiyum depoları

Kalsiyum ihtiyacım için günde mutlaka bir bardak süt içtim. Bunun yanında her gün yoğurt yedim.


7. Konserve

Kesinlikle konserve ürün yemedim.

Bebeğinize Fransız Kalın!


Evet sonunda okudum. “Bebeğinize Fransız Kalın” Pamela Druckerman’nın kaleme aldığı Ebrar Güldemler’in çevirisini yaptığı çok eğlenceli bir kitap.

Kitap beni oldukça rahatlattı. Özellikle annelikle ilgili iç hesaplaşmalarımı dizginledi diyebilirim. Çalışan bir anne olarak kimi zaman istemsiz olsa da kendime oldukça yüklendiğim zamanlar oluyor. Kitabı okudukça zaman zaman beni girdabına çeken vicdan azabı hissiden hafifleyerek uzaklaştım.
Bazı davranışlarımızın ve hayatı algılayış  biçimimizin kültürel olduğu gerçeği, kendime ve anneliğime dışardan bir göz olarak bakmamı sağladı. Her toplumun ve her kültürün annelik ile ilgili nesilden nesile geçen bilgi ve içgüdüsü hayli farklı ve kendine özgü.  Amerikalıların Türklerle bu kadar benzer olması da pek şaşırtıcı değil sanırım ama Fransızlardan öğrenmemiz gereken bazı noktalar olduğu da kesin.
Amerikalı olan yazarın Fransa’da yaşadığı süre boyunca karşılaştığı Fransız aileleri ve onların çocuk yetiştirme kültürüne tanıklık ediyoruz. Yazar bu tanıklık etme süreci ile yetinmeyip her davranışın toplumdaki tarihsel alt metnine kadar iniyor. Böylece kitap bir nevi kültürler arası ebeveynlik farklarını sosyolojik olarak irdeleyen bir metne dönüşüyor.

 Fransızların ebeveynlik anlayışından kendime çıkardığım ufak notlar;
  • Çerçeve Yaratmak.
Bir çocuğu tamamen mutsuz etmenin yolu ne isterse elde etmeye alıştırmak olduğu vurguluyor Rousseau. Fransız ebeveynler de çoğunlukla bu yaklaşımı benimsemişler. Çerçeve çizmenin amacının çocuğu içine hapsetmek değil, ona öngörülebilir ve güvenilir bir dünya yaratmak olduğu belirtiyorlar.

  • Çocuklar da bir Birey.
François Dolto, 1970'lerin ortalarında  Fransa’da en ünlü psikanalist ve çocuk doktoru. Bir grup  çocuk Dolto  Nesli olarak biliniyormuş. Dolto’nun yaptığı çocukları makul bir birey olarak kabul etmek. Bebeklerin söylediklerinizi anladığını kabul ederseniz, onlara daha çok küçükken bile çok şey öğretebilirsiniz. Buna lokantada yemek de dahil.

  • Anne Baba saati.
Fransızlar bu konuda oldukça net. Bu konuda kararlılar ve tartışmaya açık olduğunu düşünmüyorlar. Aile dengesi için anne babaların kendilerine ait kişisel alana ihtiyaçları olduklarının farkındalar ve bundan ödün vermiyorlar. Tabi bu dengeyi yaşamaları için devlet desteği de önemli. Nasıl mı? Devlet destekli bakıcı ve kreşler, üç yaşından itibaren ücretsiz anaokulu ve çocuk başına ödenen vergiler var.

  • Mükemmel Anne diye bir şey yok.
Amerikalı anneler için işe gitmenin, organik olmayan yiyecek almanın, çocuklara yemek yapmak için televizyon başına oturtmanın duygusal bedeli suçluluk olarak geliyor. Suçluluk hissettiğimizde, bunları yapabilmemiz kolaylaşıyor. Bencil olup çıkmıyoruz. Yaptığımızın bedelini ödemiş oluyoruz. Fransızlar bu konuda farklı. Elbette suçluluk duygusunu tanıyorlar. Farklı olan bu suçluluğa değer vermiyorlar. Aksine bunu sağlıksız buluyorlar ve kafalarından atıyorlar.

Kitabın orijinal adı “Bringing Up Bebe”. Türkçe ’ye “Bebeğinize Fransız Kalın” olarak çevrilmiş. Başından sonuna eğlenceli bir dille yazılmış bir kitap. Fransız kalmak tabiri Türkçe ’de bir konudan ya da olaydan haberinin olmaması anlamında kullanılıyor. Şimdi kitabı görüp aman kim bebeğine fransız kalabilir, bu da kim bilir ne saçma bir kitap! demek var.  Bir de işin eğlenceli yönünden bakıp bu tabirle eğlenmek var. Hayatın bizle dalga geçtiği gibi bizimde kendimizle zaman zaman dalga geçip, hafifleyip, yolumuza devam etmeye ihtiyacımız var.  Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi bazen hayatı tiye almak onla baş etmenin en kolay ve rahatlatıcı yolu.

Çınar 20 Aylık

Hayat bizi peşinden koştururcasına hızlı akıyordu ve bir bakmışız Çınar 20 aylık oldu.

Her şey o kadar hızlı oldu ki, gözümü açıp kapayıncaya kadar yanımda 1,5 yaşında bir oğlan çocuğu buldum.
Küçükken hep hayal ederdim... Evleneceğim, aşık olacağım kişi neye benzeyecek, nasıl biri olacak? Çocuklarım nasıl olacak, kim dünyaya benim çocuğum olarak gelecek? Ne zaman tanışacağız? Bugünleri, hep bir merak hep bir heyecan içinde bekledim.
Şimdi durduğum noktadan hayatıma bakıyorum ve altımda akan koca bir nehir var sanki...
Nehire atlayıp, akıntıya kapılıp suyla birlikte hareket etmez isem çoğu şeye geç kalıyorum hissine kapılıyorum.
Diğer yandan durup düşünmeden hareket ettiğim her an için pişmanlık duyar mıyım? Soluklanmadan yaşarken kaçırdığım onca andan mahrum mu kalıyorum? gibi endişelerle kavruluyorum.
Bir sarkaç halinde ruhum ve bedenim.
Ben bu sarkaç halinde gitgeller yaşarken,
O bir Çınar büyüyor da büyüyor.
Bir can yanı başında büyürken hata yapmaktan korkmak mı dersin?
Bir can yanı başında büyürken belki farkına bile varmadığın bir tepkinin onun üstündeki etkisini farkına varamamanın ağırlığı mı dersin?
Tüm bu karanlık hislerin yanında Çınar'la her şey aydınlık. Hayat umut dolu ve neşeli.
İyi ki varsın oğlum, iyi ki bizi seçtin hayatımıza girdin. Senle geçen şu kısacık ama bir o kadar da uzun 20 ay boyunca ne çok öğrendik.
Çok hüzünlü yazdım sanki ama inan içim de hüzün yok. Seni çok özlüyorum gün içinde tek sebebi bu.

Bebekle Seyahat Notları- Bursa

Ahmet Hamdi Tanpınar’ ın "Beş Şehir" kitabında dediği gibi; “Bu şehirde muayyen çağa ait olmak keyfiyeti o kadar kuvvetlidir ki insan "Bursa'da ikinci bir zaman vardır."diye düşünebilir. Yaşadığımız,gülüp eğlendiğimiz,çalıştığımız,seviştiğimiz zamanın yanı başında, ondan çok daha başka, çok daha derin,takvimle,saatle alakası olmayan; sanatın, ihtiras, imanla yaşanmış hayatın ve tarihin bu şehrin havasında ebedi bir mevsim gibi ayarladığı velüt ve yekpare bir zaman...”


Şubat ayın son hafta sonu kendimizi Bursa yollarında bulduk. Cumartesi sabahı kahvaltı için ilk durağımız Dere Bahçe Restaurant oldu. Şırıl şırıl akan dere ve yeşillikler içinde bir mekan. Çok güzel bir çocuk park alanı da var. Çınar ile çok rahat ettik açıkçası… Şubat ayında olmamıza rağmen hava şansımıza dışarıda kahvaltı yapmaya uygundu.


Kahvaltı sonrası otelimize yerleştik. Gönlüferah Termal Otelde kaldık. Bize Sultan odalarından ayarlamışlar. Osmanlı'nın ilk başkentine gelip de Sultan odasında kalmamak olmazdı. Sultan odası çok işimize yaradı. Pencerenin kenarında boydan boya turuncu bir koltuk vardı ve Çınar, turuncu koltuk sayesinde odada hiç sıkılmadı diyebilirim. Bol bol tırmanıp oradan oraya attı kendini. Yastıklar da bol olunca, Çınar için tam bir oyun alanı oldu turuncu koltuk.
Sonrasında hemen üstümüzü başımızı değiştirip, Uludağ’ın eteklerine doğru yol aldık. Uludağ Milli parkına otelden ring servis var sanıyorduk ama sadece belli bir dönem oluyormuş. Biz o dönemi yakalayamamışız ve arabalarla çıktık, şansımıza yollar tertemizdi yaklaşık yarım saatte tepedeydik.
Baran ilk defa snowboard denemesi yaptı. O sırada bizde Çınar’ la Le Chalet Meribel Kafe’de ısındık. 






Ertesi gün kimsede tekrar tepeye çıkmak için enerji kalmamıştı. Bizde pazar gününü kültür turu ilan ettik. İlk olarak otelimizin çok yakınında bulunan Tarihi İnkaya Çınar'ı görmeye gittik. Sisli havanın içinde 600 yıllık Çınar tüm heybetiyle bizi karşıladı. Zamanda yolculuk yapmış gibi hissettik. Bunca yıl tüm görkemiyle ayakta kalmış Çınar'ın yanında durmak, soluklanmak çok iyi geldi.


Çınar'ın yanından ayrıldıktan sonra  muhteşem bir müzeye gittik.

veee karşımızda "Karagöz Müzesi"

Yıllardır atıl duran eski trafo binası 1997 yılında yeniden yapılandırılarak Sanat Evine dönüştürülmüş. 2007 yılında da Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından Karagöz Müzesi olarak hizmet vermeye başlamış. Yolunuz düşerse mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Karagöz Müzesi’nde; ünlü sanatçıların koleksiyonlarından derlenen Karagöz Hacivat tasvirleri ve dünyanın çeşitli noktalarından getirilmiş kuklalar sergileniyor.
Gezinin son noktası Kozahan'dı. Pideli köfte yemeden önce sahlep içmeye uğradık. Han, 1491 yılında dönemin Osmanlı padişahı 2.Bayezid tarafından Mimar Abdül ula bin Pulat Şah’a İstanbul’daki eserlerine gelir sağlaması amacıyla yaptırılmış. Diyarbakır'daki hanlara benzettim. Çok keyifli bir haftasonu gezisi oldu. Çınar 17 aylıkken yapmış olduğumuz Bursa gezisinden edindiğim en önemli deneyim çocuklu gezi de ne kadar kalabalıksan o kadar rahat edersin :)
 


Gizem'in hamilelik günlüğü // 33.hafta

Merhaba herkese,

Artık hamileliğin 33. haftasını da bitirmiş bulunmaktayım. Geriye 7 hafta civarında bir zaman kaldığına inanmak güç. Başlarda ne kadar geçecek bunca zaman, ne zaman gidicek bu bulantılar, ne zaman çıkacak bu göbek diye düşünürken, sanırım 20. hafta civarında bir anda hızlanmaya başladı zaman. Şimdi ise her bir haftanın ne kadar çabuk geçtiğini düşünmek garip geliyor.

33. haftada fiziksel olarak aşırı farklı bir durum yaşamadıysam da göbeğim her haftaki kademe atlayışına devam ediyor. Artık daha büyük ve daha gergin. Bu hafta içinde Can iş için yurtdışındaydı. 5 gün sonra döndüğünde karnımın büyüklüğüne şaşırdı. Ya göbekli bir karısı olduğunu unuttu ya da gerçekten birkaç günlük değişim bile fark edilecek boyutta artık.

Bu hafta benim için duygusal olarak zorlu bir haftaydı. Bir süredir rahatsız olan halamı kaybettik. İnsan ne olursa olsun kimse için kabul edemiyor bu durumu. Özellikle hamileliğin etkisiyle çok çalkantılı geçirdim birkaç günü. Bir yandan aşırı üzülüyorsun, diğer yandan çocuğa hissettirmeyeyim, benim stresim ona geçmesin diye duygularını bastırmaya çalışıyorsun. Neyse ki bu şekilde korumanın mümkün olmadığını farketmem uzun sürmedi. Hayat mutluluk ve üzüntü ile dolu, ve hep öyle olacak. Bu duygular er ya da geç aktarılacak, öğretilecek. Ne gerek var kendini zorlamaya? Dedim, duygularımı biraz daha rahat bıraktım ve rahatlamış hissettim kendimi.

Halam genç yaşta kocasını kaybetmiş, 5 çocuğunu kendisi büyütmüş yetiştirmiş, torununun çocuğunu sevmiş, güçlü bir kadındı. Bu güçlü yapısı fiziksel sıkıntılarının önüne geçemedi belki ama geride onu sevgiyle saygıyla anan bir kocaman bir aile bıraktı. En önemlisi de bu değil mi hayatta? Ölüm ve yaşam hep iç içe. Bir yerde yeni bir hayat filizlenirken, hemen yanında bir yaprak süzülüyor ve toprağa karışıyor. Hamileyken böyle bir kayıp yaşamak beni çok değişik yerlere götürdü. Hayatının hakkını vererek, keyfini çıkararak, zorluklarına göğüs gererek yaşarsın umarım kızım...

Haftasonu Can ile evde ufak tefek hazırlıklar yapmaya başladık. Salonumuzda bir köşeyi tamamen oyun alanı olarak boşalttık. Oraya yer minderi ve duvara alçak bir ayna koyarak Defne için kendini ve çevreyi keşfettiği bir alan oluşturacağız. Son zamanlarda Montessori kitapları okuyorum ve bebek ve çocuk eğitimi ile ilgili beğendiğim bir çok nokta var. Onlardan ayrı bir yazıda bahsetmek isterim çünkü bu felsefe Montessori yataklarının ve ahşap oyuncakların çok ötesinde. Bu arada Defne'nin eşyalarını koyacağımız çekmeceleri boşalttık. Kendi eşyalarımızı eledik, azalttık, sadeleştik. Bu hafta artık kıyafet hazırlıklarını tamamlamış olacağız. Geriye kalan eksikleri tespit edeceğiz ardından da.


                                                 mama liberated: finnian and lachlan's studio

Çok sevdiğin, merak ettiğin, sanki uzun zamandır görmediğin bir misafir geliyor ama ne zaman geleceğini bilmiyorsun. Çok gergin ama bir o kadar heyecanlı bir duygu. Acaba hangi hafta geleceksin? Bu hafta detaylı ultrason için daha önce gittiğimiz doktora tekrar kontrole gidiyoruz. Aslında önümüzdeki hafta da kendi doktorum ile kontrolümüz var. Umarım herşey yolundadır ve belki de bir sinyal gelir ne zaman gelebileceği ile ilgili, kim bilir.

Sevgiler
Gizem xx






Gizem'in hamilelik günlüğü // 31. ve 32. haftalar

Merhaba herkese,

Geçen hafta gün içindeki yoğunluğum ve akşamları yorgunluğun etkisiyle, 31. hafta yazımı istemeden biraz geçiştirmiş oldum. Bu yazıdan geçtiğimiz iki haftadan da bahsetmek istiyorum. İki haftadır içimi kaplayan genel bir hissiyat var; hamilelik sürecinin sonuna doğru yaklaştığımı farkediyorum yavaş yavaş. Bu his beraberinde farklı duygular getiriyor. Bir yandan çok heyecanlıyım, ailemizin yeni üyesi minik insan ile tanışacağız. Nasıl biri kendisi, nasıl görünüyor, sesi nasıl, huyları nasıl çok merak ediyorum. Bir an önce gelsin istiyorum. Diğer yandan ise karnımda sıcak sıcak yatarkenki konforu hem ben hem de onun kaybedeceğini düşününce bayağı endişeleniyorum. Biraz daha yavaş gelsin kavuşma günü diye geçiriyorum içimden. Sanırım son trimester'de çoğu hamilenin hissettiği şeyler bunlar. Yalnız değilim diye düşünüyorum, biraz daha rahatlatıyor.

Geçen hafta belki bu karışık hislerin de etkisiyle aşırı duygusala bağlamaya başladım. Minicik şeyler hemen gözlerimi dolduruyor, bazen kendimi ağlarken buluyorum, ağlamam bitince de aşırı rahatlamış buluyorum kendimi. Özellikle instagram'da dolanırken gördüğüm prematüre bebekler, sağlıklı olduklarını bilsem bile yeni doğan ağlayan ellerini kollarını sallayan bebekler bir anda gözlerimin dolmasına neden oluyor. Çok çaresiz, yardıma muhtaç ve minikler...


Yine bu iki haftada belirgin olan diğer bir his de 'nesting' dedikleri kuşlar gibi yuva hazırlama. Düşününce daha çok zamanımız olmasına rağmen, belki erken bir zamanda geldi içime bu his. Bir süre ayrı yatak odası hazırlamayı düşünmüyoruz. Bizimle birlikte yatak odamızda kalacak minik insan. Park yatağını daha önce almıştık, geçenlerde bir gün Can ile gaza gelip kurduk. Yatağın orda olması beni çok rahatlattı, hem gelene kadar da biraz alışmış oluruz o görüntüye.

Bu hafta kar'dan dolayı eve kapanmanın avantajını kullanarak annemle, İzmir'den getirdiğimiz benim, Orçunun ve Adanın eski eşyalarını ayıkladık ve yıkadık. Şimdi geriye yeni aldıklarımız ve hediye gelen şeyleri yıkayıp hazır etmek kaldı. Onları da önümüzdeki haftalarda yapmayı planlıyoruz. Fazla alışveriş yapmamamıza rağmen nasıl oldu bilmiyorum ama bir sürü kıyafet doldu. Bolca kusup, sıçıp pisletebilir kıyafetlerini, birini çıkarır diğerini giydiririz artık.



Fiziksel sorunlarım da biraz artmış bulunmakta, kalçamdaki ağrı artık daha da belirgin. Açılın kalçalar, oh oh, açılın da bebek geçsin rahat rahat. Arada çok yorgun olduğumda farkediyorum, yengeç gibi yürümeye başlamışım, hemen toparlıyorum kendimi.

Bu arada doulamız Şaylan ile doğum süreçlerinde yanımızda olması için anlaştık. Şimdiden çok farklı bir deneyim olacağından eminim hem Can hem de benim için. Yanımızda doulamızın olacağı fikri biraz daha rahatlatıyor beni. Unutulmaz bir deneyim olsun. Hem ben hem de tüm hamileler için.

Güzel dileklerle kapatayım.

Sevgiler,
Gizem xx



Çınar 16 Aylık

Çınar 16 aylık oldu. Bu ay Çınar biraz hastalanmıştı. Burun akıntısı ile başlayıp, hastalık ateşe doğru evrilmişti ve bu ayın en büyük başarısı hastalığı antibiyotiksiz atlamak oldu. 3 günün sonunda ateşi düştüğü için doktoru da “gerek yok kullanmasın” dedi. Bu süreçte Çınar’a doğal antibiyotik alternatiflerinden soğanlı bal içirdim.
  •   Soğanı küp küp kestim içine 1 çorba kaşığı bal koydum ve birkaç saat beklettim. Karışım sulanıyor ve her gün 1 çay kaşığı kadar içirdim. 
  •   Bunun yanında ıhlamur, elma, tarçın karışımı bitki çayı hazırladık.
  •  Burnunu serum fizyolojik ile açık tutmaya çalıştık,
 derken hastalıktan kurtulduk. Umarım bir daha uzunca bir süre kapımızı çalmaz.

Doktoru, 18. Aya kadar kontrole getirmenize gerek yok dedi.
D vitaminini 18. Ayın sonuna kadar devam ettirin dedi. Bir yaşında kan sayımını yaptırdığımızda, Çınar’da demir eksikliği çıkmıştı. Demir takviyesi veriyorduk, extradan demir alınımını da aralık ayının sonunda bıraktık.

 
Çınar tam bir cırcır böceği oldu. Sürekli bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bir heceye takılıp arka arka sürekli o heceyi tekrar ediyor. Bu ay dede dışında net bir şekilde anne demeye de başladıJ işte budur. Nasıl mesudum evladım bilemezsinJ

 
Alma(elma), nerde, bu(su), anneanne, dede, yok, mama, meme bu ay repertuarına ekledikleri…

 
Uykular ahh o uykular, geceler dillense de konuşsa diyorum. Meme emdiği için uykularda bir gelişme yok maalesef. Memeyi bırakana kadar da iyileşme beklemiyorum artık. Umudu kestim. Memeyi bırakınca geceler kesintisiz olacaktır.

 
Kar ile ilk kez geçen sene 3 aylıkken tanışmıştı ama bu sene tabi daha bir farklı oldu. Kara ilk dokunmak istemedi, tedirgin oldu gibi… yavaş yavaş her gün dışarı çıkarta çıkarta alıştırdık. Eldiven ile daha rahat hissetti, eldiveni takınca rahat rahat kara dokunmaya başladı.

 
Gündüz uykuları bu haftaya kadar günde 2 kere oluyordu. Sabah 10:30-12:00, öğleden sonra da 15:30-17:00 arası uyuyordu. Bu hafta tüm günler tek uyku ile geçti. Öğleden sonra saat 17:00 de uyandıktan sonra akşam uyuması saat 22:00 yi buluyordu. Tek uyku ile akşam uykuları da erkene çekilmiş oldu.

 
Süpürgeye deli oluyor. Ne zaman süpürgeyi çıkarsam benle birlikte süpürmek istiyor. Geçen gün T çetvelimi bulmuş, onu süpürge gibi yere doğru tutarak, ağzıyla vuuu vuu süpürge sesi eşliğinde tüm salonu süpürdü.
Mutfakta iş yapacaksam, Çınar’ın yanımda oyanlanması için tarçın çubuklarını koyduğum kabı veriyorum, içinden çubukları çıkartıp tekrar kabın içine koymasını istiyorum, bir süre oyalanıyor.

Su konusunda başımız dertte. İnatla su isteyip, vermeyince kıyamet kopuyor….suyu ağzına alıp dışarıya püskürtüp bütün üstünü sırılsıklam yapana kadar evin içinde  dolaşıyor. Olay yakalamaça dönüyor, yakaladığım gibi  hemen üstünü değiştiriyorum.

Aklıma şimdilik bunlar geldi.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere J