Lohusa Kafası- Lohusa Depresyonu Farkındalık Haftası

Çınar doğduğunun akşamı kan şekeri düşüklüğü nedeni ile yoğun bakıma alınmıştı. Bizde ilk gece nasıl geçecek, hastanede yanımızda kim kalsın telaşından bir anda bambaşka bir boyuta geçiş yapmıştık. İlk gece emzirmeye bile girememiştim yanına. Hemşire odamıza sağma aparatı getirmişti. Üç saatte bir mutlaka süt gelmese bile sağmamı söylemişti. Sağdığım sütleri hemşireler ile Çınar’a iletebiliyorduk. Doktor ne kadar süre kalacağımız konusunda net bir bilgi de söylemiyordu. Duruma göre netleşecek şimdilik bir şey söyleyemeyiz diyorlardı. 4 gece hastanede kaldık. 2. geceden itibaren, 3 saatte bir yoğunbakıma girip emzirmeye başlamıştım. Bu süre zarfında lohusalık yanıma hiç uğramadı. Baran’la aramızda gizli bir anlaşma yapmış gibiydik. Birbirimizin modunu aşağıya çekecek, moralini bozacak düşüncelerden çok uzaktaydık. Hatta 2 emzirme arasında dışarı çıkıp yemek bile yedik. Evliliğimizin ikinci senesini kutlamak için Viktor Levi’ye gittik. Hızlıca yemeği bitirip tekrar hastaneye geri döndük. Çınar’ın 4. günün sonunda değerleri normale döndü ve eve gitmeye hak kazandık. Bende lohusa kafası eve gidince başladı.

Tam tamına eve vardığımız günün ertesi günü lohusa kafası başladı. Lohusalığı iliklerime kadar yaşadım diyebilirim. Gece terlemeleri ardından tir tir titremeler.... Gece boyu 3 tişörtü sırılsıklam olduğu için değiştirdiğimi bilirim. Sonrasında uykusuzluktan yastık emzirmeye kadar giden kafa gidikliği, her şeyin fazla gelmesi, bebekle eve alışma süreci.... evin düzeni hiç kuralamayacakmış hissi... Benim titremelerden sonra annem tüm batıl inançları yerine getirmişti.Yatak odasına çalı süpürgesi asmak mı dersin, zorla kırmızı taç taktırmak mı...

Doğumdan sonra hormon istilasının bir çıktısı olarak lohusalık buhranını tatmış oldum. Herkes de hormon etkileri tabi aynı olmuyor. Hormonuna göre değişir J

O süreçte şunu dediğimi hatırlıyorum bir daha lohusa kafasına girmeyeceğimi bilsem hemen tekrardan hamile kalırım.

Hormonlar yavaş yavaş yakamı bıraktılar, önce gece terlemelerim bitti sonrasında kafamdaki deli sorular ve kaygılar...

Doğum sonrasındaki desteği çok önemsiyorum. Bu kadar çabuk bu hislerden kurtulmuş olmamın en temel noktası etrafımdaki insanların bana çok yardımcı olması. Ben de bu süreçte her şeyi kendim yapacağım kimsenin desteğine ihtiyacım yok kafasına girmedim. Yeni doğum yapmış kadınları yalnız bırakmamak yanlarında olmak çok değerli. 40’ı çıkmayan lohusa tek başına bırakılmaz anlayışı bu ihtiyaçtan doğmuş. Yeni doğum yapmış yapacak kişilere tavsiyem yardım etmek isteyenlere mümkün olduğunca kucak açın çünkü bu süreçte paylaşmak, hisleri içine atmamak en önemlisi.
Lohusalık buhranı paylaştıkça azalır dostlar...

Görsel: Phoebe Wahl illustration

Annemin Mozaik Keki



Malzemeler:
3 adet yumurta
1 su bardağı toz şeker
1 su bardağı ayçiçek yağı
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
3 su bardağı elenmiş un
1 su bardağı süt
3 yemek kaşığı kakao

Yapılışı:
Şeker ve yumurtayı beyazlaşıncaya kadar çırpın.
Ayçiçek yağını ve sütü ilave edin, çırpın.
Ayrı bir kapta un, kabartma tozu ve vanilyayı karıştırın.
Yumurtalı karışıma yavaş yavaş ilave edin.
Kek kalıbını yağlayıp unlayın. Hamurun 2/3’ünü kalıba dökün.
Kalan hamur ile kakaoyu karıştırın.
Sade hamurun üzerine dökün ve bir bıçakla zikzaklar çizin.Böylelikle, iki hamurun az miktarda birbirine karışmasını sağlayın.
Önceden ısıtılmış 170 derece fırında 50 dakika pişirin.

Bu kek bizim evimiz için bir klasiktir, annem misafirleri için pişirmeyi çok sever… Kolayca
hazırlayabileceğiniz, yakışıklı bir kek :) 

Tüm tariflere Pinhan Mutfak adresinden ulaşabilirsiniz...

Hamilelikte Beslenme

Hamileyken ne yedim ne yemedim, benim dikkat ettiğim ve bana iyi gelen bir kaç püf noktadan bahsetmek istiyorum.


1. Bol bol su içtim.

En önem verdiğim nokta bol su tüketimi olmuştu. Günde 3 litre su tüketmeye dikkat ettim. Masamın başından suluğumu hiç ayırmadım diyebilirim.


2. Her sabah kuru kayısı ve kuru erik yedim.

Özellikle hamilelik sürecinde kabızlık başa bela olabiliyor. Ben de bu durumu kolaylaştırmak adına her sabah bir bardak ılık su içtikten sonra üzerine kayısı ve kuru erik yedim. Çok faydasını gördüm gerçekten.


3. Avokado

Avokado kabızlık için bir mucize diyebilirim. Bağırsakları çok iyi çalıştırıyor. Ben bu mucizeyi tanıdığım tüm hamilelere söylüyorum. Hemoroid için de oldukça faydalı.


4. Rezene Çayı

Bitki çayı olarak rezene çayı tükettim. Karışık bitki çaylarını tercih etmedim.


5. Balık

Doktorum özellikle protein ağırlık beslenmesi tavsiye etmişti. Tavuk yerine hayatıma balığı soktum. Hamileliğim boyunca hiç tavuk yemedim diyebilirim. Tabi dip balıkları da yemedim.




6. Kalsiyum depoları

Kalsiyum ihtiyacım için günde mutlaka bir bardak süt içtim. Bunun yanında her gün yoğurt yedim.


7. Konserve

Kesinlikle konserve ürün yemedim.

Bebeğinize Fransız Kalın!


Evet sonunda okudum. “Bebeğinize Fransız Kalın” Pamela Druckerman’nın kaleme aldığı Ebrar Güldemler’in çevirisini yaptığı çok eğlenceli bir kitap.

Kitap beni oldukça rahatlattı. Özellikle annelikle ilgili iç hesaplaşmalarımı dizginledi diyebilirim. Çalışan bir anne olarak kimi zaman istemsiz olsa da kendime oldukça yüklendiğim zamanlar oluyor. Kitabı okudukça zaman zaman beni girdabına çeken vicdan azabı hissiden hafifleyerek uzaklaştım.
Bazı davranışlarımızın ve hayatı algılayış  biçimimizin kültürel olduğu gerçeği, kendime ve anneliğime dışardan bir göz olarak bakmamı sağladı. Her toplumun ve her kültürün annelik ile ilgili nesilden nesile geçen bilgi ve içgüdüsü hayli farklı ve kendine özgü.  Amerikalıların Türklerle bu kadar benzer olması da pek şaşırtıcı değil sanırım ama Fransızlardan öğrenmemiz gereken bazı noktalar olduğu da kesin.
Amerikalı olan yazarın Fransa’da yaşadığı süre boyunca karşılaştığı Fransız aileleri ve onların çocuk yetiştirme kültürüne tanıklık ediyoruz. Yazar bu tanıklık etme süreci ile yetinmeyip her davranışın toplumdaki tarihsel alt metnine kadar iniyor. Böylece kitap bir nevi kültürler arası ebeveynlik farklarını sosyolojik olarak irdeleyen bir metne dönüşüyor.

 Fransızların ebeveynlik anlayışından kendime çıkardığım ufak notlar;
  • Çerçeve Yaratmak.
Bir çocuğu tamamen mutsuz etmenin yolu ne isterse elde etmeye alıştırmak olduğu vurguluyor Rousseau. Fransız ebeveynler de çoğunlukla bu yaklaşımı benimsemişler. Çerçeve çizmenin amacının çocuğu içine hapsetmek değil, ona öngörülebilir ve güvenilir bir dünya yaratmak olduğu belirtiyorlar.

  • Çocuklar da bir Birey.
François Dolto, 1970'lerin ortalarında  Fransa’da en ünlü psikanalist ve çocuk doktoru. Bir grup  çocuk Dolto  Nesli olarak biliniyormuş. Dolto’nun yaptığı çocukları makul bir birey olarak kabul etmek. Bebeklerin söylediklerinizi anladığını kabul ederseniz, onlara daha çok küçükken bile çok şey öğretebilirsiniz. Buna lokantada yemek de dahil.

  • Anne Baba saati.
Fransızlar bu konuda oldukça net. Bu konuda kararlılar ve tartışmaya açık olduğunu düşünmüyorlar. Aile dengesi için anne babaların kendilerine ait kişisel alana ihtiyaçları olduklarının farkındalar ve bundan ödün vermiyorlar. Tabi bu dengeyi yaşamaları için devlet desteği de önemli. Nasıl mı? Devlet destekli bakıcı ve kreşler, üç yaşından itibaren ücretsiz anaokulu ve çocuk başına ödenen vergiler var.

  • Mükemmel Anne diye bir şey yok.
Amerikalı anneler için işe gitmenin, organik olmayan yiyecek almanın, çocuklara yemek yapmak için televizyon başına oturtmanın duygusal bedeli suçluluk olarak geliyor. Suçluluk hissettiğimizde, bunları yapabilmemiz kolaylaşıyor. Bencil olup çıkmıyoruz. Yaptığımızın bedelini ödemiş oluyoruz. Fransızlar bu konuda farklı. Elbette suçluluk duygusunu tanıyorlar. Farklı olan bu suçluluğa değer vermiyorlar. Aksine bunu sağlıksız buluyorlar ve kafalarından atıyorlar.

Kitabın orijinal adı “Bringing Up Bebe”. Türkçe ’ye “Bebeğinize Fransız Kalın” olarak çevrilmiş. Başından sonuna eğlenceli bir dille yazılmış bir kitap. Fransız kalmak tabiri Türkçe ’de bir konudan ya da olaydan haberinin olmaması anlamında kullanılıyor. Şimdi kitabı görüp aman kim bebeğine fransız kalabilir, bu da kim bilir ne saçma bir kitap! demek var.  Bir de işin eğlenceli yönünden bakıp bu tabirle eğlenmek var. Hayatın bizle dalga geçtiği gibi bizimde kendimizle zaman zaman dalga geçip, hafifleyip, yolumuza devam etmeye ihtiyacımız var.  Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi bazen hayatı tiye almak onla baş etmenin en kolay ve rahatlatıcı yolu.

Çınar 20 Aylık

Hayat bizi peşinden koştururcasına hızlı akıyordu ve bir bakmışız Çınar 20 aylık oldu.

Her şey o kadar hızlı oldu ki, gözümü açıp kapayıncaya kadar yanımda 1,5 yaşında bir oğlan çocuğu buldum.
Küçükken hep hayal ederdim... Evleneceğim, aşık olacağım kişi neye benzeyecek, nasıl biri olacak? Çocuklarım nasıl olacak, kim dünyaya benim çocuğum olarak gelecek? Ne zaman tanışacağız? Bugünleri, hep bir merak hep bir heyecan içinde bekledim.
Şimdi durduğum noktadan hayatıma bakıyorum ve altımda akan koca bir nehir var sanki...
Nehire atlayıp, akıntıya kapılıp suyla birlikte hareket etmez isem çoğu şeye geç kalıyorum hissine kapılıyorum.
Diğer yandan durup düşünmeden hareket ettiğim her an için pişmanlık duyar mıyım? Soluklanmadan yaşarken kaçırdığım onca andan mahrum mu kalıyorum? gibi endişelerle kavruluyorum.
Bir sarkaç halinde ruhum ve bedenim.
Ben bu sarkaç halinde gitgeller yaşarken,
O bir Çınar büyüyor da büyüyor.
Bir can yanı başında büyürken hata yapmaktan korkmak mı dersin?
Bir can yanı başında büyürken belki farkına bile varmadığın bir tepkinin onun üstündeki etkisini farkına varamamanın ağırlığı mı dersin?
Tüm bu karanlık hislerin yanında Çınar'la her şey aydınlık. Hayat umut dolu ve neşeli.
İyi ki varsın oğlum, iyi ki bizi seçtin hayatımıza girdin. Senle geçen şu kısacık ama bir o kadar da uzun 20 ay boyunca ne çok öğrendik.
Çok hüzünlü yazdım sanki ama inan içim de hüzün yok. Seni çok özlüyorum gün içinde tek sebebi bu.