Süt Odası Sohbetleri


Bir oda düşün her gün günde iki kere gidip mesai harcadığın, bir oda düşün ki yan yana süt sağdığın kadınlarla dolu.. Süt odaları büyülüdür. Birbirini hiç tanımayan ve ilk defa süt odasında karşılaşmış iki anne süt odasından çıkarken kuzu sarması iki dost haline gelebilir. En özelini , en sevdiğin için ayırdığın bu zaman dilimini paylaştığın kadınlarla bir bakmışsın en özel , en mahrem konuları paylaşmaya başlamışsın. Süt odasının böyle bir etkisi vardır. Konuştukça hafiflediğin bir  terapi  seansı gibidir. Kadın dayanışmasını iliklerine kadar yaşarsın.  Diğer çalışan ve süt sağan annelerle bir araya gelmek  bebeğinden uzak kalmanın yaşattığı vicdan azabını azaltır, hafifletir. Anneliğe dair tüm kaygılarını paylaştığın, bebeğine ne yedirdiğinden tut nasıl uyuttuğuna, uykusuz geçirdiğin gecelere kadar tüm yaşanmışlıkları ve tecrübelerini konuştuğun yerdir ve unutmamak gerekir ki çalışan anne olmayı kolaylaştıran en önemli alandır süt odaları.

Bu alana sahip çıkmak önemlidir. Çalışan annelerin tuvalet köşelerinde süt sağması, konforsuz ve hijyen yoksunu mekanlarda bebekleri için süt sağmaları kadınları iş hayatında istemeyen bir zihniyetin ürünüdür diye düşünüyorum. Süt odaları en temel haktır. Konuyla ilgili yönetmelik detaylarına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.


                                                                               Oda ve yurt açma yükümlülüğü

                       MADDE 13 – (1) Yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 100-150 kadın çalışanı olan işyerlerinde, emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine en çok 250 metre uzaklıkta EK-IV’te belirtilen şartları taşıyan bir emzirme odasının kurulması zorunludur.
 
1-7 Ekim “Emzirme Haftası” olarak kutlanıyor. Bugün emzirme haftasının son gününe yetiştirdiğim yazı ile tüm çalışan ve iş yerinde  süt sağan annelere selam olsun. Öperim.

AÇ KALPER- VEGAN BEBEKLER


"Hungry Hearts" oldukça sarsıcı bir film. 35. İstanbul Film Festivalinde aile bağları kategorisinde yer almış. İzlediğimde hamileydim, konusu beni fena içine aldı. Jude ve Mina aşk evliliği yapıp peşi sıra bebek sahibi olan bir çift. New York’da yaşıyorlar ve Mina Vegan. Mina bebeği doğduktan sonra da bebeğini de vegan beslenme tarzında büyütmek istiyor. İşte çift arasında gerilim bu noktadan itibaren başlıyor diyebiliriz.

Jude ile Mina arasında çocuğu büyütme tarzı ile ilgili ciddi fikir ayrılıkları ortaya çıkıyor ve bu durum çiftin giderek birbirlerinden uzaklaşmasına neden oluyor. Mina’nın bebeği vegan diyetiyle beslemeye çalışması, annenin çok da anlam veremediğimiz bazı davranışları ve gitgide içine kapanması ile filmin ilk bölümünü seyirciye Jude’un  kaygı seli içinde izletiyor yönetmen. Jude’un kaygısı öyle bir  noktaya ulaşıyor ki  bebeği gizli gizli doktor kontrolüne götürüyor. Bebeğin et yememesinden kaynaklı gelişim geriliği yaşayabilme ihtimalini öğrendiğinde  bu durum Jude için son nokta oluyor. Mina’dan gizli bebeği kiliseye götürüp et yedirmeye başlıyor. Gizli gizli götürdüğü mekanın kilise olması da çiftin çizgilerini ne noktada daha da ayrıldığını vurgulayan ayrı bir unsur. Bazı noktalarda Mina’nın akıl sağlığını yitirdiğini bile düşünüyoruz. Yönetmenin bize bir akıl tutulması yaşattığını bilmeden...

Yönetmen seyirciyi öyle bir noktaya getiriyor ki ne çocuğu için endişelenen Jude ne de kendi doğruları ile çocuğunu büyütmek isteyen Mina tarafında olabiliyorsunuz. Film başında Jude’un perspektifinde ilerlerken filmin sonunda Mina’nın yanında buldum kendimi. Yönetmenin de bir taraf seçtiğini düşünmüyorum sadece filmde gerilimi beslemek için tuzaklar kurduğunu düşündüm. Kesinlikle tavsiye ederim. Film bir solukta okunan roman tadı verdi bana. Rahatsız edici ve bu konuda oldukça başarılı.